Kör ölür, badem gözlü olur” hesabı, bizim parlamenter sistem de bitkisel hayata girince pek kıymete bindi!
Zaten darbeden doğan 1961 Anayasası’yla dizayn edilen parlamenter sistemimiz, 1980 darbesinden yeni yaralar almış, kolunu bacağını Evren’e kaptırmıştı.
2007’de ise askerlerin gece yarısı baskınıyla sendeledi, hemen peşinden CHP ve AYM’den gelen ‘367 saldırıları’yla tamamen felç oldu.
Artık cumhurbaşkanı bile seçemeyen bir parlamentomuz vardı...
Bunun üzerine millet olaya el koydu ve “Bu işi bundan sonra bizzat ben yapacağım” dedi.
Bu karardan sonra ‘vekiller’e düşen şey, milletin bu kararına saygı duyarak gereğini yapmaktı. Zaten seçilirken söz verdikleri yeni anayasa ile birlikte yönetim sistemini de halkın bu kararı doğrultusunda yeniden dizayn etmeleri gerekiyordu.
Ama yeni parlamenterlerimizi Ankara havası çarpmış olacak ki Meclis’e girince her şeyi unuttular.
Güya anayasa hazırlamak için toplananlar “AK Parti başkanlık sistemini dayatıyor” bahanesiyle işi komisyona havale ettiler!
Gelin görün ki, o gün “Dayatılıyor” diye rafa kaldırılan problem, 11 Ağustos’ta, daha da bayatlamış olarak tekrar karşımıza çıktı.
Şimdi yeni bir seçim arifesindeyiz ve yine dört yıl önce başladığımız yerdeyiz...
Peki kim ne diyor?
AK Parti’nin tavrını biliyoruz ama yeterli çoğunluğu yakalayıp yakalayamayacağını bilmiyoruz. (Ayrıca, AK Parti sayısal çoğunluğu sağlasa bile toplumsal mutabakat aramalı.)
CHP, “Cumhurbaşkanının yetkilerini azaltacağız, sembolik hale getireceğiz” diyor.
Peki yerine ne koyacaksınız, Türkiye’yi yukarıda arz ettiğimiz bitkisel parlamenter sistemle mi yöneteceksiniz? Daha da önemlisi, bunu nasıl yapacaksınız? Cumhurbaşkanını seçen halka, “Senin seçtiğin kişi bu işlerden anlamaz. Onun için onu köşeye oturtup hiçbir işe karıştırmayacağız” mı diyeceksiniz? Bırakın mantıksızlığını, bu işi MYK’da yapamayacağına göre teknik açıdan da imkansız olan bir şey söylüyor CHP...
MHP henüz beyannamesini beyan etmedi ama Başbuğ Türkeş’in tavsiyesine rağmen başkanlık sistemine şiddetle karşı olduklarını biliyoruz. Ama gelinen bu noktadan geri dönmenin “İktidara gelirsek AK Saray’ı müze yapacağız” demek kadar kolay olmadığını da onlar bilmeli.
Geriye, barajda çırpınan HDP kalıyor ama onlar da “Yeni anayasa ama kesinlikle başkansız...” diyor.
Mesele başkanlık mı?
Sonuç olarak muhalefet “Başkanlığa hayır”da birleşmiş durumda...
Peki bu ne anlama geliyor?..
Bu partiler, parlamenter sistemin geldiği bu noktadan sonra artık hiçbir zaman ideal bir yapıya dönüşemeyeceği bilinciyle davranıp, çözüm konusunda ‘başkanlık’ haricinde bir teklifte bulunsalardı ‘kriz’e davetiye çıkarmakla suçlayamazdık.
Ama şu aşamada parlamenter sistemden bahsetmek, Türkiye’yi yeni maceralara sürüklemek demektir.
Dahası, sistem problemini pas geçerek yapılan vaatlerin de hiçbir anlamı yok. Çünkü, bu kriz aşılmadıkça kimsenin hedefine ulaşma imkanı yoktur.
Yani, parlamenter sisteme aşk ilan edenler korkarım krize davetiye çıkarıyor...
KAFAMA TAKILANLAR..
Yazık oluyor Ermenilere...
1915 olayları konusunda Türkiye’nin gelebileceği son pozisyon budur. Ama kendine iş arayan diaspora Ermeni halkına hayaller vaat ederek bu oyunu sürdürmeye çalışıyor. Türkiye’yi dövmek isteyen ülkeler de Ermeni meselesini ‘sopa’ olarak kullanıyor. ‘Dışarı’dan gelen gazla gün geçtikçe hızlanan Ermenistan ‘çıkış’ı kaçırmak üzere.
Uyan ey Ermeni halkı... Sizin acınızı herkes kullanıyor, size sadece Türk düşmanlığı kalıyor...
Türkler de haklı olarak, “Ya Ermeni Komitacıların yaptığı vahşetlerin hesabını kim verecek?” diye sormaya başlarsa korkarım ‘o kapı’ ebediyen kapalı kalır...