Şehit cezanelerinin arttığı dönemlerde BDP’nin de siyaset zemini kaybolmaya, siyasi söylemleri anlamsızlaşmaya başlıyor. Gerilim siyaseti takip eden BDP, yeterince gerilen siyasi ortamda makul cümleler kurmakta zorlanıyor, laf gevelemeye başlıyor. Hayatını kaybeden askerlere üzüldüklerini söylerken karşı tarafta terörist cenazelerine yönelik aynı üzüntünün olmadığından yakınıyor. Elbette ülkesini ve milletini savunurken şehit edilen asker ile haince ve kalleşçe bu saldırıları gerçekleştirenlere yönelik aynı üzüntü cümleleri kurulmuyor. Çünkü bu tür cümleler kurmak, bu eylemleri ve bu olguyu mazur görmek ve meşrulaştırmak anlamını taşıyabiliyor.
Ancak, şunu da vurgulamak durumundayız: Devlet suçlunun da, günahkarın da, yoldan çıkmışın da devletidir ve tüm vatandaşlarına aynı insani perspektiften bakmak, insanını kazanmaya çalışmak durumundadır. Yaralı PKK’lıya kendi parkasını veren asker, yok etme güdüsüyle değil, suçluyu adalete teslim etme şuuruyla hereket etmektedir. Teslim olan örgüt üyelerinin ilgili yasalardan yararlanarak serbest kalmaları da ‘topluma kazandırma’ anlayışının bir tezahürüdür. Nitekim bu derece hukuki ve insani perspektifi koruyarak terörle mücadele eden başka bir ülke neredeyse yok gibidir. Ölen gençler, bu ülkenin gencidir ve bu olguya karşı tepki göstermek, bu sonuçların yaşanmamasını istemek insani bir durumdur. ‘Analar ağlamasın’ dendiğinde her türlü ideolojiden, örgütten, siyasi anlayıştan bağımsız olarak tüm anneler kastedilmektedir. Vatandaşını yok etmeyi değil yaşatmayı ilke edinen devlet elbette kucaklayıcı ve affedici karakterde davranır, insanların sisteme kazandırılmasının mücadelesini verir.
***
Peki devlet bu kadar hassasiyetle ve insani perspektifle hareket ederken terör örgütü nasıl bir anlayışa sahip? Son günlerde öldürülen 115 örgüt mensubunun vebali kimin üzerindedir? Bu gençleri ölüme sürükleyen, ateşe atanlar kimlerdir?
Açık konuşalım... Bu gençlerin vebali doğrudan terör ağalarının ve terör baronlarının üzerinedir. Gençlerin ölümü üzerinden hesap yapan, gençlerin hayatı üzerine taktikler geliştiren terör elebaşları, bile bile örgüt üyelerini uçuruma sürüklemekte ve intihar eylemi tarzındaki saldırılarla gençlerin ölümünün doğuracağı siyasi etkiye yatırım yapmaktadır.
Bu ölümlerin birinci derece vebali Fehman Hüseyin’in, Karayılan’ın, Kalkan’ın, Karasu’nun, Nurettin’in, Bayık’ın üzerinedir. Devrimci Halk Savaşı safsatasıyla başlatılan süreçte lokomotifin yol yürüyebilmesi için gençler ateşe atılmaktadır. Terör örgütünün uzantısı medya ve siyasiler de buna çanak tuttukları, bu gidişe dur demek yerine benzin döktükleri için vebale ortaktırlar.
13-15 yaşında gençleri ölüm makinesine çeviren bu zihniyet, anlattıkları ulvi masalların altında büyük bir menfaat şebekesini ve taşeronluk çetesini gizlemektedir.
Dağda ortalama 5-6 yıl yaşam sürebilen gençler ya intihar eylemleriyle uçuruma sürüklenmekte, ya alçakça infaz edilmekte ya da baskı ve şiddet ortamında yaşama tutunmaya çalışmaktadır. Dağda yitip giden hayatların sorumlusu öncelikle bu kara cahil vicdansızlar takımıdır.
BDP’li Demirtaş çıkmış, ‘ölümler yaşanmasın’ diye mitingler yaptıklarını, ama barış iradesi göremediklerini söylüyor. Demirtaş’ın temel sorunu, mesaj vermesi gereken yere mesaj veremeyip, yanlış yere mesaj verme kolaycılığına düşmesidir. ‘Ölüm yaşanmasın’ mesajı öncelikle ölüme sebep olan terör örgütüne verilmeli, buranın barış iradesi sorgulanmalıdır.
Siz PKK’ya karşı ne zaman, nasıl bir mesaj verdiniz de bir netice aldınız? Sizin PKK’ya ‘eylem yapma, kan akıtma, silahı bırak’ deme cesaretiniz var mı? Devlete çok kolay hakaret ediyor, ağzınıza geleni söyleyebiliyorsunuz, çıkıp da Kalkan’ın aşağılamalarına, Öcalan’ın hakaretlerine, Fehman’ın çılgınlıklarına karşı tek bir cümle eleştiri getirebiliyor musunuz?
Başbakan’dan ‘askeri yöntemlerin çözüm olamayacağı, müzakereyle sorunun çözülebileceği’ yönünde mesaj vermesini bekliyorsunuz. Bırakın mesajı, başbakan bunları eyleme geçirdi ve bu süreç PKK tarafından sabote edildi, PKK’nın bu sabotajlarına ses çıkarıp Başbakan’ın arkasında durabildiniz mi? Ya da PKK’ya dönüp, ‘silahla çözüm olmaz, bırakın ben demokrasi ve siyasetle çözüm şansını deneyeyim’ diyebiliyor musunuz? Madem silahlı yöntemin olmaması gerektiğini söyleyemiyorsunuz bari demokratik siyasete yönelik bir inanç ortaya koyun. Bunu da yapamıyor, silahın yedeğinde bir siyasi mücadeleden medet umuyorsunuz.
Cesaretiniz ve samimiyetiniz varsa çıkar PKK’ya ‘silahlı mücadele değil, demokratik mücadele’ diye haykırırsınız... Hem silah, hem demokrasi anlayışı; terörün dayatmasıyla siyasi alanda yol yürüme kolaycılığı sizi örgütün nezdinde zavallı, Türkiye halkının nezdinde ise sahici olmayan siyasi aktör durumuna düşürüyor.
Hadi siz Zana kadar cesur olamıyor, Başbakan’ın çözüm çabasına yönelik ümit ortaya koyamıyorsunuz, bari demokratik siyasete yönelik bir inanç ortaya koyun, ölümleri bir koz olarak kullanan, netice almak için bir taktik hamle olarak gören bu vicdansızlara bir tepki gösterin...