Körfez ülkelerinin küresel ekonomideki yeri ortada. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar gibi ülkelerin ekonomik güçlerine rağmen bölgesel işbirliklerine ihtiyaçları var.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 3 günlük Körfez seyahati dünya medyasında Türkiye'nin mali sorunlarına indirgendi. Oysa bu işbirliğini yalnızca Türkiye'nin döviz ihtiyacıyla izah etmek küresel gelişmeleri görmezden gelmektir.
Katar ve Türkiye ilişkileri malum. Stratejik düzeyde işbirliği mevcut ve Katar'ın karşılaştığı bir takım güçlükler Erdoğan'ın kararlı duruşuyla aşıldı.
Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri'yle yaşanan krizler ise çok boyutluydu. Bu ülkelerin birincil önceliği rejimlerini korumak.
Arap dünyasının siyasal temsilcisi eskiden Mısır'dı ancak koşullar değişti ve Körfez ülkeleri mali imkanlarını bir kaldıraç olarak kullanarak diplomatik sahada etkin oldular.
Mısır'da Mursi'yi iktidara sürükleyen rüzgâr çok sürmedi. İhvan hareketinin bir müddet Türkiye'de varlık gösteren temsilcileri bu yönetimleri rahatsız etmişti. İhvan hareketine Erdoğan sempatiyle bakmaktaydı ancak bu hareketin Türkiye'deki kontakları Abdullah Gül ve Ahmet Davutoğlu'ydu. Çünkü her iki isim de yurtdışındaki akademik geçmişleri esnasında İhvan hareketini yakından tanımışlardı.
Arap Baharı sürecinde Ankara'nın tutumunda Abdullah Gül ve Ahmet Davutoğlu'nu doğrudan eleştirmiyorum. Her iki siyasetçinin de gençlik yıllarındaki soğuk savaş atmosferi onları Baas rejimlerine karşı, Batılıların desteklediği İhvan-ı Müslimin hareketiyle irtibata zorlamıştır. Esasen Türkiye'deki İslamcı hareketler umumiyetle Baas rejimlerine mesafeli olmuştur. Soğuk savaş konseptinde Türk devleti de İhvan merkezli kitapları yarım yamalak tercüme ettirerek Türkiye'deki İslamcı zemin üzerinden komünizmle mücadele etmeyi seçmişti.
2016 itibariyle Erdoğan, dış politikasını neo-realist bir zemine oturtmuş, güvenlik politikalarına ağırlık vermiş ve pragmatizmi öncelemiştir.
2020 yılında başlayan pandemi ve küresel ekonomik kriz bütün problemlerin önüne geçerek sorunların aşılmasını hızlandırmıştır.
İran – Körfez Gerilimi
Körfez ülkelerinin ortak güvenlik kaygıları onları savunmacı aktivizme yöneltmişti.
Körfez'in tehdit algısında İhvan, DAEŞ, İran öne çıkıyordu. Hepsiyle mücadele etme yoluna gittiler. Ancak büyük partner ABD'nin Asya-Pasifik hattına verdiği ağırlık dikkatlerini çekiyordu. Washington yönetimi Afganistan'dan apar topar çekilme kararı alınca ABD'ye güven kaybı yaşandı.
2019 yılında Suudi Aramco tesislerine yapılan saldırılar küresel petrol piyasalarının %5'ini riske atmıştı. Yemen'deki Husiler'in saldırısının arkasında İran olduğu iddiaları Körfez-İran çatışmasının yalnızca bir noktasıydı.
Küresel ticarette Basra Körfezi, Aden Körfezi, Kızıldeniz hattı kritik öneme sahip. Bu hatta yaşanan gerilimler dünya piyasalarını etkileyecek boyuta ulaşmakta.
Orta Doğu'dan uzaklaşan ABD yeniden etkisini gösteriyor. Moskova'nın Şam'daki etkisine karşı bugünlerde Hürmüz Boğazı'nda F-16'lar uçuran ABD İran'ı sıkıştırıyor.
Geçtiğimiz aylarda Çin'in sessizce yürüttüğü Tahran-Riyad arabuluculuğu Körfez'i ihmal ettiğini düşünen ABD'yi yeniden bölgede aktif olmaya itiyor. ABD Pekin ve Moskova'nın Orta Doğu'ya ilgisinden rahatsız.
Türkiye burada bölgesel güvenlik ve işbirliği için en doğru merkez. Yüksek insan kalitesi, savunma sanayiindeki başarısı ve enerji yoğunluklu işbirlikleri Körfez ülkeleri için kritik öneme sahip.
Libya, Karabağ ve Ukrayna'da test edilen savunma sanayii ürünleri Ankara'nın cazibesini iyice artırmış ki Körfez'in bu sektörlere ilgisi yüksek.
İç siyasette kaybetmenin verdiği öfkeyle, "Erdoğan Araplardan borç almaya gitti" diyenlerin küresel gelişmeleri dikkatli takip etmesi gerekiyor.