Bu tür bir kalkışma için koşullar ülkede aslında uzun yıllardır mevcuttu’ diye başlıyor gezi eylemlerini güzelleyen tüm kitapların başındaki ifadeler. Kendilerince bu koşulların en önemli sebepleri arasında ise ‘Kamusal iyi’ adı altında zararlı olarak gösterilen içkiye karşı yasaklayıcı vb. uygulamaların getirilmesiymiş. Yani içki aslında kötüymüş ama yasa ile yapılmamalıymış! Eylem tarzlarını gelişmiş ülkelerden alan gençlerin içki içme ile ilgili yasaların bu ülkelerde nasıl olduğunu bilmemeleri, başka bir yazının konusu olabilir aslında ama şimdilik bu ironi ile kalalım.
Zuccoti Parktaki Occupy Wall Street kalkışmasında kullanılan ‘İşgal et’ ve Brezilya’daki Porto Alegre toplantısı esnasındaki küreselleşmeye karşı yapılan eylemlerde ‘Diren’ ifadelerinin geziye ışık tuttuğunu yine kitaplardaki yazılardan anlıyoruz.
90 kuşağının damgasını vurduğu bu eylemlerde arabaların yarı yakılmış veya ters döndürülmüş halinin üzerinde ‘Alternatif sanatın’ gerçekleştiği dile getiriliyor (!) İnsanların vicdanının sızladığı kamu mallarının yakılmasını ‘Eylemlerin doğasında’ vardır, ‘Devrim dönemlerinde simgelerin yakılmasından daha önemli bir şey yoktur’ anlayışı ile Marksist Eric Hobsbawm’a gönderilen selam ortaya çıkıyor. Anadolu insanının ekran başında vergi verdiği kamu mallarını eylem adı altında yakıp yıkan bir gençliği anlamak istememesindeki faktör böylece daha iyi anlaşılıyor.
Fransa’da Saint-Antoine semtinin kadınlarının başlattığı ayaklanma ve yoksul halkın ellerindeki sopalarla Versay Saray’ına yürüyüşü sözde yoksul Gezi Parkı eylemcilerinin Taksim’den Beşiktaş’taki Başbakanlık binasına yürümesine de öncülük etmiş. Yine Fransa’da 1775’te Paris’te yaşanan UnAyaklanmasında Fransız egemenlerin göstericilerin üzerine 25 bin asker göndermesini, İngiltere’de Gordon ayaklanmasına yapılan şiddetli müdahaleyi, Gezi Parkı’nı bastırmak için İstanbul dışından gelen polislerle özdeşleştiren bir zihniyet var ortada. Lakin belirgin bir fark, Gezi Parkı’nda (keşke olmasaydı) 5 vatandaşımız ölürken Gordon ayaklanmasında 285 kişi ölmüş.
Culotte, soyluların ve zenginlerin Fransa’da giydiği bacaklara yapışan kısa pantolonlara verilen isim. Fakirler bunu giyemedikleri için zenginler tarafından aşağılama adına baldırı çıplaklar veya külotsuzlar lakabıyla anılırdı. Bir kelimenin muhataplarınca benimsenmesi o adı etkisizleştirir diyen Bard’ın sözüne binaen, yoksulların kendine artık 1792 Fransa’sında gururla baldırı çıplaklar dediğini ifade ediyor. Bizim sözde baldırı çıplak gezicilerin o dönemde neden profillerinde isimlerinin başına ‘Çapulcu’ yazdıkları daha iyi anlaşılıyor desek yanlış olmaz. Amaç çapulcu kelimesine sahip çıkarak etkisiz kılmak.
1605’te İngiltere parlamentosunu yakmaya çalışan ancak başarılı olamayan Guy Fawkes idam edilmişti. İngiltere’de daha sonra protestolarda Guy Fawkes maskeleri kullanılırken, Gezi protestolarında aynı maskeyi takan gençlerin varlığı dikkat çekiciydi. Gezicilerin parlamentoyu yakma girişiminde bulunan bir insanın maskesiyle eylemde olması, demokrasiye sahip çıkan şirin gençlerin demokrasiden ne anladıklarını ortaya koyuyordu.
17 yy’da özellikle Şili’de ev kadınlarının hükümete karşı yaptıkları yürüyüşlerde evde yiyecek içecek yok anlamında tencere tava çalmaları, Gezi eylemlerinde eylemcilerin evlerinde hangi yemek veya içeceğin olmadığı sorusunu akla getirdi?
Marmaris eylemlerinde ‘Kesilen ağaçlar anana, dalları babana münasip olsun, üç çocuk yapacağım üstüne salacağım’ yazılı afişler, bu gezi zekâlıların övündükleri ve kıvrak zekâya sahip olduklarını gösteren örneklerin başında gelenler olarak kabul edilebilir.
Gezi eylemlerinde yapılanları masumane olarak niteleyenlerin fark edemediği nokta, o zamana kadar başka ülkelerde başarıya ulaşmış tüm eylemlerin tamamının Gezi Parkı’nda kullanılmasıydı. Yani masumlardı (!) İşin içinde ne dış mihraklar vardı ne de başkaları (!) Her şey bir ağacın kesilmesiyle başlamıştı (!) Unutulmadı.