Mahalle baskısı’ diye bir şey var: Pek çok insan yaşadığı muhitten dışlanmamak, ilgi görmeye devam etmek için kendisini etrafla iyi geçinmeye, uyumlu davranmaya, itiraz etmek istediği konularda ses çıkarmamaya mecbur hissediyor.
En azından adınızı ‘huysuz’a çıkarmamak için sürüyle birlikte hareket ediyorsunuz...
Bir de ‘siyaseten doğru’ kavramı var. Sizin ‘kutsal’ bildiğiniz bütün değerler her türlü saldırıya açık olmak zorunda; o saldırılara karşı tavır takındığınızda kendinizi küfürlere boğulmaya da hazır tutmalısınız... ‘Siyaseten doğru’ tavır sizin hoşgörülü olmanızı gerektiriyor; ama ‘siyaseten doğru’ olma hakkını elinde tutanların hoşgörülü olması şart değil...
Dün bir gazetede, internette beğenmedikleri herkese serbest atış yaptıran bir platformun sözcüsü, elindeki imkânı ‘kutsala saldırı’ için kullandırdı diye kendisine yöneltilen eleştirilere pespaye bir dil kullanarak cevap veriyordu. ‘Muhafazakâr’ sıfatıyla genellediği medya için şu sözleri uygun görmüş: “Elinizin altında her türlü yalan haberinize inanıp masum insanları ölümle tehdit edecek kadar câhil bir kitle varsa...”
‘Yalan’ dediği haberi biraz önce bizzat kabullendiğini unutarak söylenmiş ayıp ithamlar bunlar... ‘Câhil’ dedikleri bizleriz; kendisi okul kaçkını, ama olsun, ‘siyaseten doğru’ olma üstünlüğünü elinde o tutuyor...
Mustafa Karaalioğlu’na, dün, “Daha kimbilir onun gibi kaç esir var” dedirten olayı da hatırlayın: Gezi Parkı eylemine ön saflarda katılmış bir sanatçı, sonradan işin çığrından çıkarılması karşısında duyduğu aldatılmışlık hissiyle Başbakan Tayyip Erdoğan’dan özür diledi ve ardından kıyamet koptu. Dışlayıcı ve ayıp bir dille kınayan kınayana...
“Neden?” sorusunun cevabı yukarıda var: ‘Mahalle baskısı’ ve ‘siyaseten doğru’ azgınlığı yüzünden...
Yalnız onlar da değil; tıpkı medyada var olan ve yanlış taraftan yaklaşıldığı için tasfiyesi daha da zorlaşan bir ‘gerici’ (bunu siz ‘darbeci’ olarak da değerlendirebilirsiniz) cephe gibi —hatta buradakinden daha da fazla— sanat dünyasında bir ‘gerici dayanışma cephesi’ bulunuyor. Geçmişte —bir bölümü eline silâh da alarak— sokaklarda ‘devrim’ peşinde koşmuş tipler orada da etkili...
İsterseniz, tek tek isimlerini sayabilirim.
Film ve dizi sektörü, reklâm ve halkla ilişkiler, sanat eleştirmenliği, hatta magazin dünyası el ele, istediğini çapsız da olsa ‘şöhret’ yapıp ayakta tutuyor, istemediğini değer de olsa işsiz bırakıp süründürebiliyor...
Pek az istisnası var —çok şükür var— bu gerçeğin...
Nice soylu şâir, öykü ve roman yazarı ‘yok’ hükmünde sanat ve edebiyat dünyası için, nice senaryo yazarı kapısının çalınmasını bekliyor... Şimdi işi o noktaya götürmekten çekiniyorlar, ama yakın zamana kadar ‘tesettür’ defilelerinde boy gösteren mankenlere boykot uygulanıyordu.
Çoğu Anadolu ailesinin çocuğu o dünyaya girip yok oldu; ‘mahalle baskısı’ ve ‘siyaseten doğru’ azgınlığı yuttu onları...
Okurken veya izlerken, “Buna bu sütunu kim vermiş?”, “Bunu nasıl artist yapmışlar?” diye bazen soruyorsunuz ya, işte sebebi budur...