Amerikalıların, “Bizim narkotik polisimizdir, tutuklamaya ne hakkınız var?” dediği Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Metin Topuz’un yeni görüntüleri ortaya çıktı.
Topuz, görev alanı narkotik olmayan FETÖ’cü polis Yakub Saygılı’yla makamında görüşüyor.
17/25 Aralık’ın hemen öncesi...
İlginçtir, Metin Topuz’la diğer FETÖ’cü polisler arasındaki telefon görüşmeleri de, 17/25 Aralık’ın “hemen öncesinde” gerçekleşmişti.
Yakub Saygılı, narkotikçi konuğunu kapıda karşılıyor.
Ziyaretçi heyette 3 kişi daha var.
Ziyaretin sebebi bilinmiyor ama “narkotik” meselelerini konuşmadıkları kesin.
Ne konuştular?
Bunu bilebilmemiz, taraflardan birinin “itirafçı” olmasına bağlı...
En keskin FETÖ’cülerden Yakub Saygılı’nın konuşmayacağına hükmedebiliriz.
Metin Topuz da Amerikan korumasında olduğuna ve savcılık ifadelerini reddetmek için gün saydığına göre, bu görüşmelerin mahiyeti karanlıkta kalacak demektir.
Fakat “karanlıkta kalmayan” gerçek şu:
17/25 Aralık soruşturmasının içeriğiyle aşırı ilgili görünen ve soruşturmanın Halkbank bölümünü Amerika’ya taşıyan “büyük müttefikimiz”, bizatihi soruşturmanın içindeymiş ve FETÖ’cü polislere hem “istihbarat desteği” sağlamış, hem de bir tür akıl hocalığı yapmış.
Bazen “belgeleyerek”, bazen “karine” yoluyla, bazen de muhakeme yürüterek kimi gerçeklere ulaşırsınız ama itirafçı beyanıyla taçlandıramadığınız için, o gerçekler, sadece “ulaşılmış gerçekler” olarak kalır ve herhangi bir işe yaramaz.
Baykal’a kurulan kaset kumpasında olduğu gibi...
Baykal olayının, bir “FETÖ tertibi” olduğu artık biliniyor.
O kameraların oraya nasıl, hangi polisler tarafından yerleştirildiği; “hane”ye girmek için kimden (hangi çilingirden) yardım alındığı; elde edilen görüntülerin hangi “gazeteciler” aracılığıyla dolaşıma sokulduğu belgeleriyle ortaya çıktı.
Konu hakkında bir de iddianame tanzim edildi.
Suçlular yargı önünde hesap verecek.
Fakat “kumpas”ın ortaya çıkarılması (ve olayda dahli bulunanların ağır cezalara çarptırılacak olmaları), “kumpas”la murat edilen “sonuç”u, o “sonuç”un yol açtığı zararları telafi etmiyor.
Kumpas, “CHP’de genel başkan değişikliği arzulayanlar”ın bir marifetiydi.
Bunu artık biliyoruz.
Buradan (kumpas yoluyla) elde edilen avantajların (FETÖ’nün elde ettiği avantajların) ne olduğunu da biliyoruz.
İstenmeyen Deniz Baykal’la yapılamayanların, istenen ve kaset marifetiyle yolu açılan Kemal Kılıçdaroğlu’yla yapıldığını da biliyoruz.
FETÖ’yle ontolojik karşıtlık ilişkisi içinde olması gereken CHP’nin, kısa sürede “FETÖ’nün stepnesi” haline geldiğini ve örgütün himayesinde (örgütün sağladığı lojistikle) siyaset yaptığını da biliyoruz.
Demek ki mesele, bir tertibin açığa çıkarılması değil, o tertiple murat edilen sonuçların ortadan kaldırılmasıymış.
Komplo aydınlandı ama “sonuçlar” yerli yerinde duruyor.
Buna yönelik de bir girişim, bir sorgulama gerekiyor.
Burada asıl görev, “kaset mağduru” Deniz Baykal’a düşüyor.
O sonuçların işlevsiz hale gelmesi için (işlevsiz hale gelmesine inanıyorsa tabii), mutlaka konuşmalıdır.
Dün, rahatsızlandığı ve hastaneye kaldırıldığı haberini aldık. Üzüldük...
“Geçmiş olsun, Allah uzun ve sağlıklı ömürler versin”diyoruz ama partisini rotasından çıkaranları deşifre etmesini de hasretle bekliyoruz.
Bugün konuşmazsa, ne zaman konuşacak?
Konuşursa yer yerinden oynayacaktır ama sadece partisini değil, ülkesini de kurtarmış olacaktır!