Girdiği bütün seçimleri kaybetmiş... Hiçbir iddiası doğru çıkmamış... Hiçbir sözünün arkasında durmamış... Attığı iftiralar mahkeme tarafından suratına çarpılmış ve “müfteri” olduğu tescillenmiş...
Buna rağmen utanmıyor.
Özür dilemesi gerektiğini hatırlamıyor.
Nedamet getirmiyor.
Durumunu tavzih etme yoluna gitmiyor.
Hem yalancı, hem beceriksiz, hem de son derece “sorumsuz” bir adam.
Hem de “pişkin...”
Bu adam, CHP genel başkanlık koltuğunda oturuyor. Bunu içine sindirebiliyor.
Başarısız olduğunda “gideceğim” demişti.
Gitmiyor.
Gitmediği gibi, el yükseltiyor... Koltuğunda kalabilmek için provokasyonlarına yeni provokasyonlar ekliyor.
Muharrem İnce, seçimden galip çıkan Başkan Erdoğan’ı arayıp tebrik etmişti.
Bunu “problem” yapıyor.
Kendisi olsaymış, tebrik etmezmiş... Diktatörün tebrik edildiği nerede görülmüş!
Erdoğan, seçimle geldi.
Seçimle gitmemesi için bir neden bulunmuyor...
Dolayısıyla, seçimle gelmiş/seçimle gitmesinin önüne herhangi bir engel bulunmayan meşru Cumhurbaşkanına “diktatör” demek, en hafif ifadesiyle terbiyesizliktir.
Erdoğan’ın seçimle geldiği kuşku uyandırmayacak netlikte ortada...
Kendisinin hangi seçimle, hangi taban baskısıyla, hangi delege tercihiyle gelip CHP genel başkanlığına kurulduğunu özellikle merak ediyoruz.
Sürekli kaybettiği ve “kronik bir mağlup” olduğu halde niçin gitmediğini de merak ediyoruz.
Bir gün, bir yerlerden bir kaset çıktı, Kılıçdaroğlu’nu genel başkanlık koltuğunda gördük.
Deniz Baykalçekilince “Aday olmayacağım” demişti, aday oldu... “İlle de çarşaf liste” demişti, genel başkanlığa getirilince amansız bir blok listeci kesildi... “CHP demokratik bir parti olacaktır, muhalif sesler kısılmayacaktır” demişti, yetkiyi eline geçirir geçirmez ilk muhalif sesleri kıstı.
Böyle de enteresan bir adamdır...
Bu pişkin ve enteresan adamın Türk demokrasisine yaptığı tek katkı şudur:
Fetullahçı Terör Örgütü’nün ürettiği tapeleri ve illegal ses kayıtlarını siyasetin gündemine taşımak, “kirli siyaset sürecini” başlatmak...
Bir de, terör örgütünün uzantısı olan HDP’yi Meclis’e taşımak...
Başka da bir numarası yoktur.
Ulusal meselelerdeki performansını da hatırlayalım: “Türkiye düşmanı” bilinen ülkelerle yakın işbirliği tesis etmek... Katil Esed ve darbeci Sisi’ye iyi niyet heyetleri göndermek... İsrailli yetkililerle bir araya gelip “Bizim iktidarımızı desteklerseniz, ilişkilerimizi düzeltiriz” demek...
İşbu pişkin ve enteresan adam, Salı günü grupta ilginç bir konuşma yaptı.
Şöyle dedi (özetleyerek aktarıyorum): “Cumhurbaşkanlığı seçimi meşru değildir... Erdoğan 15 Temmuz günü halktan kaçmıştır.”
Sandığın “meşru” olmadığını söylemek (hâlâ sokak hareketlerinden medet ummak ve seçim mekanizmasını itibarsızlaştırmak) adlı adınca “provokasyon”dur. Arkasında da FETÖ aklı bulunmaktadır.
Erdoğan’ın 15 Temmuz günü halktan kaçtığı iddiasına gelince...
Kılıçdaroğlu galiba darbecileri “halk” sanıyor.
Erdoğan halktan kaçmadı, bilakis “ölüm yolculuğunu” göze alarak halka gitti.
Halktan kaçan biri varsa, o da Kılıçdaroğlu’dur... Yeşilköy Havalimanı’nı doldurmaya başlamış halkla temas etmeden, darbecilere selam çakarak tabanları yağladı ve Bakırköy Belediye Başkanı’nın “güvenli evine” kaçtı.
Erdoğan “halk”la kucaklaşırken, Kılıçdaroğlu elinde keyif kahvesi, televizyonun karşısına kurulmuş, dışarıda ölen insanları seyrediyordu!