Bizim neslin kütüphanelerini süsleyen önemli el-kitaplarından birini yazmış Nobel-ödüllü iktisatçı Paul Samuelson Sovyet ekonomisine hayrandı. Dev ‘İktisat’ kitabının 1980 baskısının önsözünde, Sovyetler Birliği’nin milli gelirinin 2012 yılında ABD milli gelirini sollayacağı öngörülüyordu. Dahası, kitabının 1961 baskısında sollama için 1997 yılını öngörmüştü Samuelson...
1997 geçti, 2012 geldi, ortada Sovyetler Birliği diye bir devlet bile yok...
Samuelson Sovyet sisteminden etkilenmekte yalnız değildi. 1928 ile 1960 arasında sürekli yüzde 6 büyüyen ekonomisiyle büyük bir başarı öyküsü gibi görülüyordu Sovyetler Birliği; hatta Nikita Kruşçev, 1956 yılında, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda, Batılı liderlere dönüp “Hepinizi gömeceğiz” derken buna inanıyordu da...
“Nereden çıktı bu eski öykü?” demeyin. Dün gazetelerde okuduğum “Çin ekonomisindeki tökezleme dünya piyasalarını sarstı” haberi bana şu yakınlarda göz gezdirdiğim bir kitabın değerlendirmelerini hatırlattı. Herkesin gözünü kamaştıran Çin efsanesine de farklı gözle bakmayı sağlayan Daron Acemoğlu ile James Robinson’un ‘Uluslar Neden Sınıfta Kalır’ diye çevrilebilecek ‘Why Nations Fail’ kitabını...
Kitap ulusların arasındaki benzerlik ve ayrılıklardan yola çıkarak başarının veya başarısızlığın sebebini araştırıyor. Benzer coğrafyaları paylaşan iki ülkeden biri kalkınmış diğeri sefil halde nasıl olabiliyor? Sözgelimi, Botsvana’nın milli geliri neden Zimbabve’den 20 kat daha fazla? ABD-Meksika sınırında ikiye bölünmüş bir kent olan Nogales’te, aynı etnik kökenden insanlar, birinde refah ve bolluk içinde yaşarken diğerinde neden sefilleri oynuyor?
Önemli sorular bunlar...
Biri MIT’de (Acemoğlu) diğeri Harvard’ta (Robinson) ders veren iki önemli profesör kitaplarında bu ve benzeri sorulara cevap verme çabasında. Daron Acemoğlu Galatasaray Lisesi mezunu ve yaptığı çalışmalarla her an Nobel-ödülü kazanması beklenen bir iktisatçımız.
Samuelson’un Sovyetler’le ilgili boş çıkan öngörüsünü bana hatırlatan da bu iki bilimadamı...
Çin’de bugün pek çok iktisatçının gözünü kamaştıran bir başarı sergileniyor; ama Acemoğlu-Robinson ikilisi Çin’in sonunu da pek hayırlı görmüyor. Sebebi basit: Ekonomik gelişme, rakamsal büyüklük ulusların başarısında tek başına yeterli değil; bir ülkenin yarışta önlerde saf tutabilmesinin en temel şartı olan vatandaşını karar alma mekanizması içine çekme ve özgür kılma eksik olunca, döngünün tersine dönme ihtimali çok büyük...
Yenilik (innovasyon) kontrollü rejimlerde yeşermiyor. Büyük kalkınma için gerekli teşviği üretemiyor diktatörlükler... Sovyetler’de bir yandan çalışana ikramiye verilirken çalışmayanlar cezalandırılıyordu; ama sonunda ne olduğunu hepimiz biliyoruz.
Ekonomik başarının temelinde politik tercihler yatıyor yazarlara göre... Tasarrufa dayalı yatırım ve yenilikler refahı üretiyor; ancak yatırımcı ve yenilikçi girişimcilerin sonunda gücü elinde tutanlar tarafından sömürülmemesi de şart. “Güç merkezileşmeli ve gücün ürettiği kurumlar kapsayıcı olmalı.” İstikrarsızlık yatırımı kovar...
Ama denge şart. Yazarlar “Çinde orduyu, politik kadroları ve haberi parti kontrol eder” diye özetliyorlar durumu; kontrolu elinde tutan parti halkı iktidarına yaklaştırmıyor ve bu yüzden de kalkınmanın ikinci ayağını ıskalıyor. Çin’de sistemin şimdiki ekonomik başarısını sürekli hale getirmesi bunun için mümkün değil. “Göreceksiniz tekleyecekler” demeye getiriyor yazarlar...
Dünkü gazeteleri okurken bu tespitleri aklıma geldiği için “Galiba tekleme başladı” diye düşünmeden edemedim.
Kontrollu sistemlerde devletin ekonomik başarıyı sağladıktan sonra halkı karar alma mekanizması içine dahil etmesi de mümkün görünmüyor. “Peki çift taraflı başarı nasıl olabilir?” sorusunun cevabı şu: İktidar seçkinleri halkın hareketlenip değişimi zorlamasına hacet kalmadan iktidarı onlarla paylaşmaya karar vermeli...
Fark ettiğiniz gibi konu yalnızca ABD veya Çin’i anlamakla sınırlı değil. Tam tersine kendimize ve yakın coğrafyamıza bakarak yazarların tezlerinin olanları doğrulayıp doğrulamadığını anlayabiliriz.