Benim görebildiğim kadarıyla televizyon yayınlarında, gazete yazılarında ve sosyal medyada AK Parti Kongresi’ne yönelik üç temel eleştiri vardı. İlki ve en çok vurgulananı kongrenin demokratik olmadığı ve muhalefetin bulunmadığıydı. Gerçekten de parti içi muhalefet yoktu ama gerek de yoktu.
Söz konusu olan üç dönem üst üste seçimlerden başarıyla çıkmış, oylarını arttırmış, Türkiye’nin pek çok sorununa çare bulmuş bir partinin kongresiydi. Eğer AK Parti liderliği son seçimlerden başarılı çıkmamış ve buna rağmen koltuğuna yapışıp kalmış olsaydı, parti içi muhalefet tabii ki olurdu.
Eğer AK Parti liderliği hayat boyu kaydıyla koltuğuna sarılmış olsaydı, doğal olarak birileri rahatsızlık duyardı. AK Parti Kongresi Türkiye’de siyasi pratiğin, geleneğin ve hukukun müsaade ettiği kadar, yani en az benzerleri kadar demokratikti. Fakat kaotik değildi.
***
Diyebilirsiniz ki ülkede sorun çoktu, terör azmıştı, Suriye konusunda yanlış adımlar atılmıştı. Haklı olabilirsiniz, iktidar partisini dışarıdan bakanlar olarak eleştirebilirsiniz. Ancak bir siyasi partinin başarısının ölçütü halktan aldığı oydur. Parti kongrelerinde hesap bu başarı ya da başarısızlık üstünden sorulur.
İkinci eleştiri Erdoğan’ın konuşmasına yönelikti. Nedense bazı yorumcular AK Parti Genel Başkanı olarak konuşan Başbakan’dan vizyon değil her sorunun çözümüne yönelik kapsamlı yol haritaları beklediler. Zannettiler ki Erdoğan kendisini, partisini ve ülkesini bağlayacak bir konuşma yapacak, her şeyi madde madde sıralayacak.
Erdoğan böyle bir şey yapmadı, daha önceki açıklamalarını tamamlayıcı bir gelecek vizyonu sundu. Şiddetin sona ermesi için Kürtlerden destek istedi. CHP’ye işbirliği çağrısında bulundu. Dış politika konusunda ise bilinen pozisyonunu tekrarladı. Ermenistan ve İsrail’den ilişkilerin normalleşmesi için neler beklediğini sıraladı.
Ben dış politikada daha çatışma çözümcü bir yaklaşım umuyordum, ama doğrusu çok da hayal kırıklığına uğramadım. Ne zamanın ne de yerin ruhu böylesi bir konuşmaya uygundu. Erdoğan Arap Baharı ve Filistin sorunu eksenleri üstünden günümüzü değerlendirdi, selam gönderdiği şehirlerle de Türkiye’nin etki alanının sınırlarını çizdi.
Üçüncü eleştiri ise yine konuşmaya yönelik ama bu kez duygusallığına karşıydı. Bazı kanaat önderleri her ne hikmetse duygusuz bir konuşma beklediler ve konuşmanın duygu yüklü olmasından rahatsız oldular. Salondaki insanların ağlaması, Aşık Veysel’den türkü çalınması onların hoşuna gitmedi.
Oysa karizma dediğiniz şey böyle bir şey ve insanların akılları kadar duygularını da yakalamayı gerektiriyor. Erdoğan da tam bunu yaptı ve insanları duygularından yakaladı. Akıllarını hafife almış olsaydı, duygularını da yakalayamazdı. Ama sadece akıllarına hitap etseydi, şu an bulun- duğu konumda olmazdı.
***
Unutmayalım ki biz bir siyasi liderden bahsediyoruz. Erdoğan bir akademisyen ya da felsefeci değil. Ondan didaktik ve sistematik olmasını, her şeyi bütün açıklığı ile ortaya koymasını, sebep sonuç ilişkisini bilimsel anlamıyla kurmasını bekleyemeyiz. O insanların beklentilerine cevap veriyor, bu yüzden de partisini başarıya taşıyor.
Fakat aynı zamanda insanların beklentilerini de şekillendiriyor. Onları yapıcı muğlaklıkla, siyasi atışmayla, kabaca diyalektik diyebileceğimiz bir süreçle yönlendiriyor, yeni beklentiler yaratıyor, böylece hem sorun çözüyor, hem de iktidarda kalmayı ve oyunu arttırmayı başarıyor. Üstelik de dünya çapında bir lider olmayı beceriyor.
Erdoğan ve AK Parti’yi pek çok konuda eleştirebilirsiniz. Ama kabul edelim ki bu başarılı bir kongreydi ve Erdoğan da iyi konuştu. Bence diğer siyasi partilerin ve liderlerin de bu kongreden çıkartacakları dersler olmalı.
Dilerim onlar daha demokratik olurlar, liderleri daha az otoriter davranır, hatta belki duygusal olmayan konuşmalar yaparlar. En az AK Parti kadar da ilkeli davranırlar, üç dönem kuralını benimserler, kavgasız-dövüşsüz kongreler gerçekleştirirler. Pazar günkü kongreden mutlu olmayan kanaat önderleri de onları över, başarılarını destekler...