Yalnız Türk siyasi yaşamı açısından değil, dünya demokrasi tarihi açısından da ilginç bir durumla karşı karşıyayız... 2001 yılında, yani 13 yıl önce kurulmuş bir parti, üç başbakan ve 2 cumhurbaşkanı çıkarmış durumda!..
AK Parti, Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde kuruldu, 2002’de tek başına iktidarı yakaladı, o günün özel koşullarında Erdoğan’ın milletvekili olamaması nedeniyle ilk başbakanı Abdullah Gül oldu. Devamını uzun anlatmaya gerek yok, Recep Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığı ve aynı parti kadrolarından gelen üçüncü başbakanProf. Dr. Ahmet Davutoğlu...
2007’nin e-muhtıralı, 367 krizli, parti kapatma telaşlı ortamında Çankaya’ya çıkan Abdullah Gül, bugün, makamı, Recep Tayyip Erdoğan’a devredecek... Ve, anladığımız kadarıyla, Erdoğan, bugüne kadar alışık olduğumuz cumhurbaşkanı görünümünden çok farklı olacak...
Siyasete devam
Erdoğan’ın Kongre konuşmasında önce CHP, MHP ve HDP’yi, devamında hukuk içindeki paralel yapılanmayı hedef alması, siyasete kendi çizdiği rotada devam edeceğini gösterdi. “Ben artık cumhurbaşkanı oldum, herkese eşit uzaklıkta kalmaya çalışacağım” diyen bir portre yoktu karşımızda... Tam tersine, CHP’yi“Türkiye’nin sosyolojisini kavrayamadığı, bu nedenle ırkçı savrulmalar yaşadığı” için Türk demokrasisinde muhalefet boşluğu yaratmakla eleştirmesi, MHP ve HDP’yi “sırtını savaşa dayayarak siyaset yapmakla” suçlaması, bu tavrından geri adım atmayacağını gösterdi. Özellikle “haşhaşi” olarak nitelediği ve Türkiye Cumhuriyeti’ne ihanetle suçladığı “paralel yapıya” dönük mücadeleyi yeni Başbakan Ahmet Davutoğlu’na açıkça devretmesi dikkat çekiciydi...
Vesayete net mesaj
Erdoğan’ın “eski Türkiye”nin bürokratik vesayetinin artık geri dönmesinin imkansız olduğunu vurgulaması, “meşru siyasetin” ülkenin tek zemini olduğunu vurgulaması da eskinin nostaljisi içinde yaşayan kesimlere mesajdı. Geçmişin, “dipdalga tabandan” gelen taleplerini ayrımcılıkla karşılayan, sonuçta 2002’de duvara çarpan vesayet rejiminin “siyaset dışı” yapılanmalarının artık önemli aktör olamayacakları bir döneme geçiyoruz...
Misyonun önemi
AK Parti Kongresi’nde önce Erdoğan’ı, devamında da Davutoğlu’nu dinlerken, bir siyasi partiyi ayakta tutan en önemli unsur olarak, “misyon anlayışı” ve “bu misyonun hedeflere ulaşmasında devamlılık” kararlılığını gördüm... Yapılan, siyasetin normal sürecinde bir görev değişimiydi, parti hafızası ile geleceğe dönük ortak hedefler konusunda ufak bir soru işaretini bile doğuracak yaklaşım söz konusu değildi. Bu yönüyle baktığınızda, Ahmet Kekeç haklı, kimse, yarın normal siyasi yaşamına dönecek olan Abdullah Gül’den “fiili bir ana muhalefet liderliği” beklememeli... Çünkü karşımızda, 13 yıllık ama, siyasi hafızası 1960’ların derinliğine kadar uzanan bir parti bulunuyor... O ortak hafızada, kuşkusuz, merhum Necmettin Erbakan da var, hareketin kitleselleşmesinde önemli görevler üstlenmiş Cemil Çiçek, Süleyman Soylu gibi geleneksel merkez sağın içinden gelen, Binali Yıldırım, Veysel Eroğlu, Taner Yıldız, Ali Babacan gibi icracılıkları siyasetçiliklerin önüne geçen Bülent Arınç gibi “ağabey” veya Numan Kurtulmuş gibi geleneksel tabandan gelen portreler de...
Kırılmaların partisi değil
Kongre’nin satır aralarını yorumlayabilirdim... Davutoğlu’nu, Erdoğan’ı, Gül’ü siyasi kimlikleri ile bir kez daha masaya yatırabilirdim...
Ama dünkü Kongre’nin bence öne çıkan yönü, ortak hedeflere dönük çabaları bir bayrak yarışı gibi gören siyaset tarzıydı...
Davutoğlu’nun konuşmasında, 26 Ağustos 1071’den, Anadolu’nun kapısını açan Alpaslan’dan yine bir başka tarihi dönüm noktası 26 Ağustos 1922’deki Gazi Mustafa Kemal’in Kocatepe’deki görüntüsüne ulaşması bu tarzın öne çıkan düşünsel sembolüdür. Aynı konuşmada Osmanlı’nın 1402’de girdiği yıkım sürecinden çıkışı bulmasıyla, 2002’de benzer durumdaki Türkiye Cumhuriyeti’nin kısa sürede hızla toparlanmasını birleştirmesi “yeni bakışı” gösteriyor. Beni etkileyen ise Davutoğlu’nun “Evet, biz bir rüya görüyoruz” cümlesiydi... Amerika’nın siyahi insan hakları savunucusu Martin Luther King Jr’ın, “Benim bir rüyam var” cümlesi,“dışlanmışların öz güveninin” ifadesi olarak değerlendirilir.
Erdoğan, Özal ve Demirel’in tuzağına düşmedi, oturduğu makama karakterini de taşıyan bir isme “emanetçi değildir” dediği Davutoğlu’na yolu açtı... Önemlidir...