Avrupa Kupası öncesi son bir soluklanma fırsatı bulmuşken samimiyetle paylaşayım bazı şeyleri: Ömrüm boyunca hiç bu kadar yıldırıcı bir sezon yaşamamıştım. İzlerken de yazarken de çok zorlandım. Şike soruşturmasının “yönetilmeyişi” ayrı dert; buna bir de Beşiktaş’ta Seba dönemi sonrası yanlışlarının ağır faturası eklenince, herşey çekilmez bir hal aldı.
Lig başlayana kadar biz spor yazarlarının yazıları haftada 2’den 1’e indirildi. Başka zaman olsa üzülürdüm (Çünkü Beşiktaş üzerine her gün yazsam bile usanmam). Ama, ne yalan söyleyeyim, biraz rahatlama duydum bu kez. Oysa geçen yaz şike soruşturmasıyla birlikte hararetli Beşiktaş analizlerine ara vermiş, Temmuz-Ağustos boyunca haftada 2 kez soruşturma üzerine yazıp durmuştum hiç yüksünmeden. Çünkü Türk futbolunun yaşadığı bu sarsıcı deneyimin bir silkelenme hali yaratacağını ve ciddi bir “arınma” fırsatı getireceğini ummuştum. Yerleşik kötü alışkanlıkların, laçkalaşmış ilişkilerin, her tür yeniliğe kapalı futbol yapısının sorgulanacağını sanmıştım. Başta kulüplerin yönetsel yapısı olmak üzere herşey mercek altına alınacak, futbolumuz güne ayak uyduracak, etik ve profesyonel bir yapılanmaya kavuşacaktı. Saflık bende. O yüzden sezonun üzerime yüklediği bütün yılgınlığı itiraf etmekten başka çarem yok. İyimserim yine de. Çünkü işe Beşiktaş perspektifinden baktığımda, Fikret Orman yönetiminin ciddi bir arayış içinde olduğunu umuyorum.
Önümüzdeki Genel Kurul’da köhnemiş kongre yapısının yenilenmesi için bazı adımlar atılacak. Bendeniz, başına buyruk bir “kongre üyesi” olarak, bu köşeden tüm girişimlere sonuna kadar destek vereceğim. Çözümlerde kimi eksikler, aksamalar olabilir; zaman içinde düzeltilir.
Asıl önemli olan “doğrulara ulaşmak için” yola çıkılması. Bunu önemsiyorum. Kongre yapısı değişmeli, sonra da sıra kulübün profesyonelleşmesine gelmeli.
Uyanık olalım
Schuster’li sezonda yazdığım sayısız “savunma” yazısından bir paragraf gözüme takıldı, aynen aktarıyorum: “Schuster’le oyuncular arasında sevgisizlik, iletişimsizlik varmış. Schuster’le takımda disiplin falan kalmamış. Zaten kamp yaptırmamasından falan belliymiş. Schuster ligimizi küçümsüyormuş. Schuster rakipleri analiz etmiyormuş. Schuster burnundan kıl aldırmıyormuş, inatçıymış, bildiğini okuyormuş. Schuster ‘sistem, sistem’ diye tutturmuş, oyuncuları sisteme ayak uydurmaya zorlayıp tek tek harcıyormuş. Schuster’in ‘oyuncuya göre sistem’ denen şeyden haberi yokmuş. Schuster’de zaten istikrar, sebat filan da hak getireymiş, Beşiktaş’a gelene kadar ha bire kulüp değiştirip durmuş. Yolun sonu yakınmış. Gidiş gidiş değilmiş. Bardak ha taştı ha taşacakmış.” Ardından “Bu formüller iş görür, herkese gider” deyip eklemişim: “Adamına göre bir iki oynama gerekir tabii. ‘Sevgisiz’i çıkar, yerine ‘oyuncularla fazla yüz göz oluyor’u koy. ‘İnatçı’yı çıkar, ‘yüzü fazla yumuşak’ deyiver.” Neden hatırlattım bunu? Beşiktaş yönetiminin “pozitif futbol” anlayışında bir hoca bulacağına inanıyorum. Takıma “pozitif futbol”u oturtmak sancılıdır her zaman. Taraftarın sabırlı olması şart. Ama yukarıdaki türden formüllere kulak asmaması, aynı filmi izlemeyi reddetmesi, uyanık olması şart oğlu şart da ondan.
Milli takım
Değişmez bir ilkem var: Hazırlık maçları üzerine yazmam. Hep söylediğim nedenden: “Hazırlık maçları bizim için oynanmaz, teknik direktörler için oynanır.” Hazırlık maçının bir değeri varsa, o da budur. Bir takımın hazırlık maçı ile turnuva/lig performansı arasındaki radikal farklılaşmalar da bundan kaynaklanır zaten. Abdullah Avcı kimi eskizler yapıyor, kafasındaki kimi düşünceleri sahada görmeye çalışıyor şimdi. Hazırlık maçları üzerine büyük laflar etmeyi, yargılara varmayı abes buluyorum. Abdullah Avcı’nın taktik ve oyuncu tercihlerinin, milli takımın performansının neye karşılık geldiğini ancak ilk resmi maçtan sonra anlama fırsatı bulacağız. Hazırlık maçları bize çok az ipucu sunar, o yüzden de çok kısıtlı sonuçlara varmayı gerektirir. Benim vardığım sonuç “ihtiyatlı bir iyimserlik” şu anda. Sonrasını göreceğiz.