Üniversite sınırları sadece dersler, vizeler, finaller yok; içinde bir de önemli bir sektör var.
Konferansçılık.
Aslında içinde çok büyük fırsat barındıran bir konu.
Düşününüz ki yılda 10 büyük konferansla, 10-20 değerli ismi okuluna getiren yönetim neredeyse müfredatındaki derslerin katkısı kadar önemli bir katma değer sağlamış olur.
Sadece bu da değil, ciddi de bir tanıtım olmuş olur çünkü gelen konuşmacı kendi alanında marka bir kişiyse okulun reklamını da sosyal medya hesaplarından yapmış olur.
Ama çok büyük sorunlar var bu alanda. Uzaktan görünmüyor. O nedenle yakından anlatmak bana düşüyor.
Okullar; yönetemiyorsunuz.
Okul yönetimleri konferanslardan habersiz. “Kulüpler okuldan onay alıyor” diyeceksiniz ama örneğin Turkcell İK Direktörü gelip Kariyer söyleşisi yapacak diye onay alınsa, ancak son dakikada iptal olup yerine çok başka bir konuda, çok başka bir kişi gelse bundan okulların haberi bile yok.
Nereden biliyorum? Yüzlerce konferansa gittim, kendisi de ilgili, alakalı olan akademisyenlerin ya da okul yöneticilerinin bireysel katılımı haricinde okullar bir idari personel bulundurmuyor konferanslarda. Daha açık söyleyeyim, yüzlerce konferansta öğrencilerle konuşmacının başbaşa kaldığının şahidiyim.
Yukarıdaki Turkcell örneği iyi niyetli bir vaka, iptal olup yerine bir başka ismin gelmesi spontan bir gelişme. Peki ya normal şartlarda okula girmemesi gereken, gençleri zehirleyecek olan ve yönetimin onaylamayacağı bir ismi bu taktikle okula getirseniz? Hatta gençleri Turkcell İK direktörü gelecek diye topladığınızda o gençler de “gelmişken bari bu kişiyi dinleyeyim” derse?
Hayali mi geliyor bu anlattıklarım, “olmaz öyle şey” mi diyorsunuz? Basit bir örnek, İstanbul’un güzide bir özel üniversitesinde konferansım var, biraz erken varmışım ve salona girip benden önceki konuşmacıyı dinlemek istiyorum, izin vermiyorlar. Oyalayıp diğer kapıdan giriyorum. Konuşmacı olması gereken kişi Türkiye’nin en zengin (ailesi de öyle) genç iş adamlarından biri , ama sahnede başka biri var. Nasıl oluyor? Çocuklara “X Bey gelemedi” diyorlar. Yerine gelen konuşmacı ne hikmetse bir eğitim şirketi sahibi. Eğitimlerini anlattıktan sonra o da ne? Bir form dolaşıyor, x00 liralık eğitim için öğrencilerden katılım başvurusu alınıyor. En vurucu an ise bir POS cihazının çıkıp gençlerden X karta taksitle hemen orada tahsilat yapılması. Bu gözler bu olanları canlı gördü. Ve işin ilginci aynı kişinin bir sonraki hafta aynı taktikle başka okulda olduğunu öğrendim. Kim kime, dum duma, kimin nereden haberi olacak ki nasılsa, değil mi?
Okullar, uyanık olun, ders verecek bir akademisyeni defalarca güvenlik soruşturmasından geçiyor ama aynı gençlere konferans veren kişilere dikkat etmiyorsunuz.
Kulüpçü gençler, önemli detayları atlıyorsunuz.
En çok da size kızıyorum kulüpçü gençler. Aklınız bir karış havada. En popüler kim? O gelsin. En ünlü kim? O gelsin. Ne anlatıyor, kimin umrunda? Araştırmıyorsunuz. Konferanslara çok giden adam o işi sektör haline getirmiştir, işinde gücünde başarılı adam zaten o kadar çok konferansa gidemez, düşünmüyorsunuz.
Biraz araştırın, gelecek kişinin mesajına bir bakın, ne veriyor, ne öğütlüyor, ne mana çıkacak konuşmasından. Bir an önce köşeyi dönmeyi vaat eden, “ne yap yap o lüks arabalara bin, birilerinin sırtına bas ama bir şekilde yüksel” diyenleri çağırdığınızda vebalinin sizin de boynunuzda olacağını bilin.
Konuşmacıyı getirmek mesele değil, salonu da doldurun. Binlerce çalışanı olan, 50 yıllık başarı hikayesi adamları konferansa getirip 50 kişiye dinleterek hevesini kursağında bırakmayın. Sonra da “E tabi vize dönemi olunca…” gibi manasız açıklamalar yapmayın. Vizeydi, şuydu, buydu o tarihleri siz bileceksiniz, ona göre planlayacaksınız. Konuşmacı onca yoldan işini gücünü bırakıp geliyorsa siz de üstünüze düşeni yapın.
Katılımcı gençler, kendi kıymetinizi bilmiyorsunuz.
Konferanslara gitmemek marifet değil. Gidin. Ama gittiğiniz konferansı önceden araştırın. Konuşmacı gerçekten o konuşmayı yapacak yetkinlikte biri mi? Kimdir, necidir? Youtube’da birkaç konuşmasına göz atın.
Geldiğinde sorularınız olsun, her söyleneni doğru kabul etmeyin. Hatta içinize sinmediği noktada “Siz bu konuyu anlatmak için hangi deneyimleri yaşadınız, eğitimleri aldınız?” diye sormak ayıp değil. Gerçekten yetkinse bu soruyu cevaplamakta hiçbir sakınca görmeyecektir.
Vaktinizin kıymetini bilin. Kendinizin kıymetini bilin.
Velhasılı...
Üniversiteler bizim, gençler bizim, eksikler de bizim.
Düzeltmek, düzeltmek için öneriler sunmak da vazifemiz bizim.
Önce düzeltelim...
Sonra işte o zaman konferanslar yeniden başlasın!