Atsız’ın arkadaşlarından ve yakınımızda oturan bir Şevki Mutlugil Paşa vardı. Eski bir istihbâratçı ve son olarak MİT’in (o zamanki adıyla Millî Emniyet Teşkîlâtı’nın) son İstanbul bölgesi başkanıydı. Sık sık ziyâretimize gelir ve Peder’le uzun uzun sohbetler ederdi. Ben de bir köşeye oturup bu keyifli ve fevkalade ilginç bulduğum konuşmalara kulak misâfiri olurdum. Şevki Paşa bir keresinde Aziz Nesin’i nasıl ikide bir içeri aldıklarını “tatlı tatlı” anlatırken bunlardan birinde kendisiyle onun arasında geçen bir mükâlemeden de bahsetmişdi. Aziz Nesin tabii artık Millî Emniyet’in “müdâvim”lerinden biri hâline geldiği için sorgulamalar da hâliyle bir ahbab toplanrısı havası içinde geçiyormuş... Gelsin çaylar, gitsin kahveler filan derken Şevki Paşa bir ara demiş ki “Aziz Bey, sizin gibi zekî ve kültürlü bir adam şu Komünizm saçmalığına nasılkendini kaptırır?”
Aziz Nesin’in cevâbı âdetâ vecîzevârîdir:
“Paşam, tevkıyf ede ede, içeri tıka tıka, kafama vura vura beni sizler Komünist etdiniz! Benim başlangıçda hiç böyle bir niyetim yokdu!”
Tuhafdır, ben buna benzer bir sözü seneler sonra Yılmaz Güney’den de duydum:
Paris’de buluşmuşduk. Ben bir Alman tv kanalı için kendisine dâir bir röportaj çekimi yapıyordum. Tabii arada berâberce yemeğe, iki kadeh atmaya filan da gidiyorduk. Bir seferinde laflarken ilk gençlik yıllarını anlatmışdı. 17/18 yaşlarındayken bir iki kısa hikâye yazmış, bir edebiyat dergisinde yayınlatmış ve bunun üzerine âdetleri veçhile o gencecik insanı da “Komünizm” suçlamasıyla gözaltına alıp birkaç gün ahret sualleriyle bunaltmışlar.
Dedi ki “Yağmur, ben o zaman Komünizm filan nedir hiç bilmiyordum. Çıkdıkdan sonra merâk etdim, ulan bu Komünizm nasıl bir şey ola ki diye. Biraz inceledim vebakdım ki o kadar kötü bir şey de değilmiş.”
Aslı aranırsa benim kaderim de buna hiç benzemez değildir. Açın interneti, girin Yağmur Atsız diye, göreceksiniz ki bir alay ahmak, hattâ kolordu mevcûdunda hıyar beni de “Komünist” olarak nitelemişlerdir orada. Hattâ “Yağmur Atsız, Komünist” diye bir altbaşlık bile bulursunuz. Okuduğunu anlamakdan âciz bu odun kafalılar birbirlerinden habersiz olarak bu sonuca nasıl varmışlardır meçhûlüm. Ancak Türkiye’de ne kadar kolaylıkla ve olmadık şekilde “etiket”lendiğinize pek çok örnekden sâdece biridir bu. Oysa ben Komünizmi elbet bilirim. En azından Almanya gibi bir yerde ve üstelik vaktiyle Karl Marx’ın da okuduğu üniversitede politoloji tahsîl etdiğim için! Bilirim bilmesine ama ömrümde tek bir sâniye bile
Komünist olmadım. Bana ters gelen bir siyâsî meslek. Ben kendi hâlinde, mazbut, karıncaya fren yapan, halim selim, kalendermeşreb, muhterem bir insanım. Bir tek düşmanlarımın acılar içinde mahvolmaları için gece gündüz duâ ederim ama düşmanım bile yok ki! Benim o duâlarım ihtiyâtî tedbir yalnızca, hani olur ya, biri Şeytan’a uyup uyuzluk eder diyerekden...
Komünizm momünizm diye laf uzadı ama ben aslında Tûrancılık meselesine değinecekdim:
Efendim, Dışişleri Bakanımız Ahmet Davutoğlu Fikret Bilâ’ya verdiği bir mülâkatde Kuzey Sûriye’nin nüfus yapısında bahsederken Türklerin adını ağzına bile almamış. Bunu okuyunca, ne yalan söyleyeyim, en hafif tâbirle bunu bir Türk dışişleri bakanına yakıştıramadım. Hele Davutoğlu’na hiç yakıştıramadım!
Sûriye’nin hâlihazırdaki nüfûsu 21.092.000’dir. Başkenti Şam (Arabca Dimışk) 1.414.000 nüfûsa, kuzeydeki Haleb ise 2.132.000 nüfûsa sâhibdir ki bunun da 975.000’i Türkdür! Ayrıca bütün kuzey Sûriye kesiminde sayıları bir milyon kadar daha olan Türk yerleşim merkezleri bulunur! Bunlar anadili Türkçe olanlar. İlâveten yine Türk olup ve Türk olduğunu bilip de anadili Arabcaya dönmüş birkaç yüzbin kişi daha vardır!
Ben Sayın Davutoğlu’nun bütün bunları benden on kere daha iyi bildiğinden emînim! Bu rakamlar artık o kadar harcıâlem ki, kendisini tenzîh ederim, değerli Hâriciye mensublarımız dahî muttalî oldular!
Bu Ankara’nın havasından mıdır suyundan mı ben anlayamadım. Oraya giden bir tuhaf oluyor.
Bunlar adamı zorla Tûrancı yaparlar, mon cher!