Bizim kırmızı çizgilerimiz vardı.
Kerameti kendinden menkul, her şeyi bilen bürokratlar tarafından çizilmişti onlar.
Bunlardan biri, “sınırlarımızın öte yanında herhangi bir Kürt devletine, bırakın devleti bir Kürt oluşumuna izin vermemek” veya “komşu ülkelerin toprak bütünlüğünü korumak”tı.
Büsbütün geride bırakmış olmasak da esas olarak Eski Türkiye’nin korkularıydı bunlar.
Kendi içindeki Kürt’ün varlığını inkar eden, sorunu çözme iradesi olmayan bir ülkenin yanı başındaki Kürt’ten korkması anlaşılır bir durumdu.
Gasıp korkardı.
Sürdürülebilir bir politika değildi bu. Sürdürülmesi, bölgesel statükonun değişmemesine bağlıydı. Oysa hiçbir devlet için dünyayı olduğu gibi tutmak mümkün değildi. Nitekim de olmadı.
Dar kafalı bürokratların kırmızı çizgileri iflas etti. Hayat mahkum etti onları.
Bir ülkenin kendi toprak bütünlüğü için kaygılanması anlaşılır bir durumdu. Ama komşu ülkenin bütünlüğünü kendi kırmızıçizgi yapmasının izahı yoktu.
**
Eskiden olsa PYD liderinin Türkiye’ye gelişi, onunla müzakere hayal bile edilemezdi. Ama şimdi içeride Çözüm Süreci’ni başlatmış bir ülke var ve daha tamamlanmamış haliyle bile bu süreç onu olağanüstü güçlü ve özgüvenli kılıyor.
Kendi sorununu çözmüş bir ülke, sınırın öte yanındaki gelişmelerden endişe etmez. Onun toprak bütünlüğünü ona rağmen kendi kırmızı çizgisi yapmaz. Ama çözmeyen bir ülke de korktuğunun başına gelmesine mani olamaz.
**
Suriye’nin geleceğine, Esad rejimi sonrası Suriye halkı karar verecek. Suriye Kürdistanı’nın yeni ülkenin bir parçası olup olmayacağına, olacaksa bunun statüsüne de.
Ama ister öyle olsun ister böyle, kendi vatandaşıyla barışmış yeni Türkiye’nin kabusu olmayacak bu.
**
Geçen yüzyılın başında büyük bir günah işlendi bu ülkede. Kürtlerin varlığı inkar edildi ve birbiriyle hiç savaşmayacak iki etnik kimlik, onlarca yıl birbirini tüketti.
Şimdi barış iklimiyle beraber tarihsel olan canlanıyor, yaralar sarılıyor. Çözüm Süreci sınırın ötesini etkiliyor; ötesindeki ılıman hava da buradaki atmosferi iyileştiriyor.
Kürt Ulusal Konferansı öncesinde Barzani tarafından verilen en önemli iki mesajlardan birinin “artık silah yoluyla değil, demokratik yolla çözüm istiyoruz” şeklinde olması tesadüf değil.
**
Ayrılmak isteyen bir halkı hiçbir ordu ilanihaye bir arada tutamaz.
Kürtler bugün ayrılmak istemedikleri için biz beraberiz. Ve bu beraberliğimizi merkeziyetçi devlet yapısına borçlu değiliz.
Beraberliğin teminatı ne üniter devlettir, ne özerklik, ne de federalizm: Hak ve adalet temelli bir yaklaşımı kırmızıçizgi yapmaktır.
“Vatanınızı sevmek için onun sevimli olması gerekir” der Burke. Ancak bu vatanı herkes için sevimli kılar.
Ve kimse sevimli olanı bırakmak istemez.
'Bizim oyumuz nerede?'
“Biz Mursi’yi seçtik, Askeri Konseyi değil” diyor Adeviye Meydanında bir kadın.
Oyunu çalanı soruyor tüm dünyaya. ABD’ye, Avrupa Birliği’ne.
Cevabı herkes biliyor.
**
İnsanın iki şekilde suç işlediği söylenir: Gözünü açık tutarak ve kapatarak.
Bu devletler için de geçerli.
Şimdi AB, Mursi’yi darbe rejimiyle “birlikte çalışmaya” ikna etmeye çalışıyor, ABD darbeyi tamamen barışçı biçimde protesto eden 200 kişinin katledildiği bir ortamda katillerden “bağımsız ve tarafsız bir soruşturma” talep ediyor.
Böylece, bir yandan sureti haktan görünürken, diğer yandan darbecinin gayri meşru iktidarını da meşrulaştırmış oluyorlar. Siyaseten doğruculuğun bile örtemeyeceği kadar açık bir ahlak dışılık var burada. Ve insana darbeyi destekleyenin bile açık sözlü olanını aratıyor.
**
“Meydan halkı değil, halk meydanı yaratır” diye ekliyor o kadın.
Belki askeri darbeye direnişin merkezi olan Adeviye Meydanındaki muazzam kalabalığı gözardı edip hala Tahrir’den yayın yapanlara, marifetin meydanda olmadığını anlatmak istiyor.
Duruşuyla “Sizi İtham Ediyorum” demiş oluyor, kendi değerlerini hoyratça eriten “Özgür Dünya”ya.
Ve “benim oyum nerede?” diye soruyor.
Dokunaklı bir sessizlik kaplıyor etrafı. Bazıları başını çevirip ıslık çalıyor.