Yeni Şafak yazarı Yasin Aktay, “Gezi’deki komplo ve sosyoloji” başlıklı son yazısında şöyle diyordu:
“Bu kadarını görüp ‘komplo yoktur’ ısrarını sürdürenlerin komplonun bir parçası entrikacılar olduklarından hiç kimse kuşku duymasın.”
Bunu okuyunca, Gezi kriziyle ilgili baştan beridir “komplo yok” diyen biri olarak vaziyetimin bayağı “sakat” olduğunu fark ettim! Ne desem kurtarmazdı...
Ama, en azından, meramımı biraz daha sarih izah edeyim dedim. Hüküm verecek olan da, bir kez dinlesin, sonra versin.
İki yorum
Gezi olaylarının ardında “uluslararası bir komplo” olması demek, bence şöyle bir şey demektir:
- Türkiye’ye veya AK Parti’ye düşman bir güç, bu işi aylar, belki yıllar önce planlamıştır.
- Türkiye içindeki bazı etkili insanları satın almış ve “yakında bir kalkışma başlatacağız, hazır bekleyin” talimatı vermiştir.
- Bu yolla, çevrecilerden sosyalistlere, “anti-kapitalist Müslümanlar”dan Beyaz Türkler’e, Kemalistlerden Genç Siviller’e kadar bir sürü grubu koordine etmiştir.
- Aynı güç merkezi, başta CNN dünya medyasını da bağlamış, “biz düğmeye basınca kameraları hemen Türkiye’ye odaklayın” demiştir.
İş bir tek “kıvılcımı çakmaya” gelmiştir ki, komplocular, burada da epey maharetli olup Türk polisini dahi kullanmış olmalılar. Çünkü, mâlum, Gezi krizini patlatan kıvılcım, polisin ilk günkü lüzumsuz ve orantısız şiddeti oldu.
İşte ben “komplo yok” derken, böyle bir tertibin olmadığını, olamayacağını savunuyorum. Çünkü dünya böyle işlemez, toplumlar uzaktan kumandayla yönetilmez, yemek pişirir gibi sosyal olay üretilmez.
Peki bence gerçekte olan nedir?
Şudur:
- Gezi Parkı’nda, hiç kimsenin öngörmediği bir kriz çıktı. Bu, farklı kesimlerde hükümete karşı birikmiş öfkeyi patlattı. Bankacı ile sosyalist, aynı yerden emir aldığı için değil, aynı iktidara kızdığı için yanyana geldi.
- Dünya medyası bunu elbette görecekti. Ancak Batı medyasında ilave bir dinamik devreye girdi: “Modern” ve “Batılı” göstericilere duyulan sempati, “İslamcı” hükümete duyulan önyargı. Oryantalizm de diyebilirsiniz.
- Öte yandan buradaki fauller Batı medyasını daha da provoke etti. “Penguen yayınlayan CNN Türk” imajı, medyayı susturan otoriter rejim iddiasını besledi. Hükümetin “dış destekli teröristler”i suçlaması, kötü Ortadoğu çağrışımları yaptı.
- Göstericilere sempati duyan bir sürü Batılı, dünyanın dört bir yanından destek mesajı gönderdi. (Aynı İslam dünyasından Erdoğan’a destek mesajları gelmesi gibi.) İstanbul’da yaşayan bazı ecnebiler, muhtemelen zaten arkadaş oldukları “çapulcular”a katıldı. Bu “ajan” olduklarının ispatı değildi.
- Bunun dışında, AK Parti’ye zaten diş bileyenler (neo-conlar, şahin siyonistler) bu olayı fırsat bilip kullandılar. Avrupa’daki Türkiye karşıtları İslam düşmanları, mal bulmuş gibi sevindiler.
İki sonuç
Özetle ortada bir komplo yoktu. Ama tabii ki önyargı, tarafgirlik, manipülasyon vardı. Her zaman her olayda olduğu gibi.
Peki ben bu işe niye mi bu kadar kafayı taktım?
Çünkü üstteki iki farklı yorum, iki farklı tepkiyi doğurur:
Eğer olayı komplo zannederseniz, karşınızdaki aktörlerin “satılmış” olduğunu ve dolayısıyla yumuşatılamayacağını düşünürsünüz. Sert, tavizsiz, hatta agresif davranırsınız. Kendi sertliğinizle onları öfkesi arasındaki ilişkiyi göremez, gerilimi tırmandırırsınız. Bu yolun sonu cadı avıdır, McCarthyciliktir, felakettir.
Ama ikinci yorumu kabul ederseniz, karşınızdaki aktörlerin dertlerini anlamaya, psikolojilerini yönetmeye çalışırsınız. Dış dünyayı lanetlemek yerine, oraya kendinizi daha iyi anlatmayı denersiniz.
Ve, en önemlisi, “acaba bu süreçte hatalarımız oldu mu” diye düşünürsünüz.
Doğru yol, bu yoldur. Bugün anlaşılmasa, yarın anlaşılacaktır.