Mısır’da Mursi’nin devrilmesi Ortadoğu’ya dönük komploları ve bunların büyüklüğünü bir kez daha kanıtladı. Türkiye’de yapılmak istenenler Mısır’da kapsamlı bir senaryo eşliğinde oynandı. Ancak daha önce de belirttiğimiz üzere, komploların varlığı bizlerin sorumluluklarını ortadan kaldırmıyor.
Üzerinizde oyunların oynandığı bir ortamda olayları sadece dış kaynaklara bağlayıp, hiçbir şey yapmamak yapılabilecek en büyük hatadır. Ayrıca unutmamak gerekir ki eğer dış güçler ülkenizde bu rahatlıkta operasyonlar yapabiliyorsa sizde de çok ama çok vahim eksikler var demektir.
Bir devlet bir başka devletin zayıf noktalarını her zaman arar ve fırsat bulduğunda karşı devletin marazlarını istismar ederek üstünlük sağlamaya çalışır. Eğer bir devletin bir diğer devlet üzerindeki operasyonları liderini ve rejimini değiştirecek kadar ileri gidebiliyorsa orada her şeyi devletlerarası komplo ile izah edebilmek imkânsızdır.
Bu bağlamda, Ortadoğu’da ve yapay renkli devrimlerin yaşandığı Doğu Avrupa’da gözlediğimiz türden yabancı müdahaleleri ancak sorunlu toplumsal yapılarda tecrübe edebiliriz. Bu tür ülkelerde toplum kendi içinde derin bir şekilde kutuplaşmıştır; eğitimde, kültürde çok ağır sorunlar baş göstermiştir; kimlikler tam oturmamıştır; ekonomide gelir adaletsizliği, fakirlik ve işsizlik gibi baş edilmesi güç sorunlar vardır; yöneticiler dostlarından gelen yapıcı eleştirilere bile yeterince kıymet vermemekte ve hatalı yöntemlerde ısrar etmektedirler vs.
Kısacası, eğer bir ülkeye yabancı bir el giriyor ve rahatça operasyon yapabiliyorsa o ülkede buna uygun bir zemin mutlaka vardır. Bunu tersten okuyacak olursak, gelişmiş ülkelerde o toplum ve o devlet kolay kolay bir başkasına kendi üzerinde ameliyatlar yaptırmaz. Kolaysa siz de gidin ABD’de, İngiltere’de veya Almanya’da komplolar düzenleyin, o ülkelerin liderlerini yapay yollardan değiştirmeye kalkın. Bu zordur.
***
Taksim Gezi Parkı olayları bizlere hâlâ dış etkilere ne kadar açık olduğumuzu göstermiştir. Bu olaylar sonrasında göstericiler de, Hükümet de gerekli dersleri çıkarmak zorundadırlar.
Hükümet cephesinden bakıldığında, algının gerçekler kadar önemli olduğu görülmelidir. Güçlü bir iktidar olmak için % 40, % 50 gibi yüksek oyları almanız gerekir. Ancak ülkeyi yıkmak ve sokakları darbeye hazırlamak için gerekli olan insan sayısı sadece birkaç bindir, daha fazla değil. Bu bağlamda Hükümet bir yandan toplumla daha sağlıklı iletişim kanalları kurmalıdır, diğer taraftan güvenlik önlemlerini sıkı tutmalıdır.
Güvenliği sıkı tutmak derken, bu tür durumlarda hükümetler panik havası içerisinde tüm yetkiyi eline almaya çalışır ve kimseye, hiçbir kuruma güvenmemeye başlar. Adeta içine kapanır. Tüm kararları tek elde toplamaya çalışan paniklemiş yönetimler bu şekilde aslında güvenliği geliştirmez, tam tersine güvenlik tabanını daraltır ve daha fazla savunmasız hale gelirler. Şu an Türkiye’nin karşılaştığı en büyük tehlike güvenlik tabanının daralmasıdır.
Bir diğer ihtiyaç ise self-kritiktir. Eleştirilmeyen kurumlar çürür. Bir kişiye verebileceğiniz en güzel hediye dostane-yapıcı eleştirilerinizdir. Eleştiriyi saldırı olarak algılayan kişi dünyanın en gafil insanıdır. Bu nedenledir ki dünyanın en büyük kurumları kendilerini eleştirsin diye şirket tutarlar ve bu eleştirilere tonla para öderler. Ortadoğu’nun toz duman olduğu şu günlerde Türkiye de dâhil bölge yöneticilerinin önlem alırken belki de başlangıç noktaları kendilerini yapıcı şekilde eleştirecek dostlar bulmak olmalıdır. Hatalar tespit edildikten sonra çözümler kendiliğinden gelecektir.