İtiraf etmek zorundayım, kimse üzerine alınmasın, alınan olursa da peşinen özür diliyorum, kamuoyunun önünde cereyan eden kamusal tartışmaların çok önemli bir bölümünde çok ciddi bir seviye kaybı var, çok önemli mantıksal tutarsızlıklar sergileniyor.
Mantıksal tutarsızlıkların adeta tavan yaptığı son tartışma “türk” tartışması.
Oysa, meseleyi bir siyasi çıkara, beklentiye bağlamayacak iseniz, türk tartışması son derece net, sınırları çok belli bir tartışmadır.
Türk diye bir saf etnisite var mı, yok mu bilemem, muhtemelen de yoktur ama zaten etnisite denen şey artık bir DNA sorunu değil, bir sübjektif etno-kültürel aidiyet meselesidir.
Birey kendini hangi kültürel etnik gruba ait hissediyorsa odur, mesele de bu kadar basittir, yegane doğuştan belirleyici olabilecek faktör de anadilidir.
Anadiliniz türkçe ise kendinizi çok büyük ihtimalle türk, anadiliniz kürtçe ise de yine çok büyük ihtimalle kürt hissediyorsunuzdur, rumca ise rum, ermenice ise de ermeni.
Etnik aidiyet duygusunda en deterministik faktör DNA’nız değil, anadiliniz, annenizin size hangi dilde ninni söylediğidir.
Başka yerlere gitmeye gerek yok, kendimden örnek vererek gideyim, anadilim türkçe ve ben de kendimi etno-kültürel olarak türk hissediyorum, bundan da zerre kadar şikayetçi değilim, memnunum, her yerde de türk olduğumu çok rahat, keyifle ifade ediyorum.
Ancak, mesele bu aşamada biraz çatallaşıyor zira birileri bu doğuştan, büyük ihtimalle anne diliyle oluşan etno-kültürel aidiyetten hukuki sonuçlar çıkarmak istiyorlar ve işte bu çaba, bu istek çok çirkin, çok baskıcı.
Benim kendimi etno-kültürel olarak türk hissetmem benim için çok önemli ama kimseyi, devleti ilgilendiren bir konu hiç değil, tamamen özel alanın bir konusu, kamusal alanla, kamu hukuku ile ne kavramsal olarak ne de kelime olarak bir ilişkisi yok, olamaz, olmamalı.
Türklüğün benim etno-kültürel aidiyetim oluşu gibi, ermenilik ermenilerin, kürtlük kürtlerin, araplık arapların etno-kültürel aidiyetleri ve bu aidiyetlerle kamu hukuk arasında, etimolojik düzeyde olsa bile, bağ kurmak kadar çirkin, yanlış bir şey yok.
Ama, maalesef bu bağı, bir etno-kültürel grubun aidiyeti, aidiyet sıfatı (türk) ile kamu hukuku arasında bağı türkler kurmuş ve bu bağ da ülkemizin toplumsal barışının dinamitlenmesine neden olmuştur.
Vatandaşlık kamu hukukunu ilgilendiren bir alandır, benim annemin bana hangi dilde ninni söylemesiyle, yani benim türklüğümle bir ilişkisi yoktur.
Annemiz bize hangi dilde ninni söylemiş ise etno-kültürel aideyet olarak o dile aitiz ama ortak paydamız devlet ile olan hukuki bağımız yani Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlığı.
Yurttaşlığı “türk” kelimesi ile ifade etmeye başladığımz andan itibaren ulus devlet oyunu, dostluk, birlikte yaşama iradesi büyük yara almış bulunmaktadır.
Türklük, kürtlük, araplık, ermenilik özel alana ilişkin kavramlardır, kamu hukukunu, çağdaş, ırkçı, baskıcı, tekçi olmayan bir devleti ilgilendirmez, devleti ilgilendiren yegane konu hukuktur, vatandaşının, türk, kürt ya da ermeni olması değil, kendisiyle kurduğu vatandaşlık bağıdır, bu bağın adı da türklük olamaz, hukuki, anayasal vatandaşlıktır ve bu kavram bir etno-kültürel aidiyet sıfatına, mesela “türk” e indirgenemez.
Çıbanın başı, belki de sonucu Anayasanın 66. Maddesidir (her vatandaş türktür), bu madde, yeniden düzenlemek değil, tümüyle Anayasadan çıkarılmadıkça, çok gereksizdir, Türkiye Cumhuriyeti düzgün bir hukuk devleti olamaz.
Vatandaşlığın hukuki adının “türk” olabileceğini savunanların Bulgaristan türkü, Kıbrıs türkü gibi etno-kültürel aidiyetleri nereye koyduklarını anlamak bile mümkün değildir.
Onlar etnik türk, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları ise hukuki türk derseniz gerçekten çok komik olabilirsiniz, hiç tavsiye etmem.