Son günlerde kolesterol tartışması yine önemli bir gündem olarak zihinleri işgal ediyor. Bir tarafta “Kolesterol yararlıdır, istediğiniz kadar tereyağı, yağlı et yiyebilirsiniz, kolesterolün yüksek olmasının hiçbir riski yok” diyenler; diğer tarafta ise yüksek kolesterolün damarlarda tıkanmalara yol açarak kalp krizinden ölüm riskini artıracağını savunanlar. Ortada ise ne yapacağını şaşırmış insanlar, hastalar... Aslında bilimde doğrular ancak farklı fikirlerin ortaya atılarak tartışılması sonucu bulunabilir. Ancak burada kabul edilemeyecek husus, bilimsel toplantılarda yapılması gereken tartışmaların halkın önünde yapılması, gazete manşetlerine taşınması ve neticede insanların kafasının karıştırılması. Yine Shakespeare tiradı gibi: “Kullanmak ya da kullanmamak”.
HERKES TEPKİLİ, PEKİ SUÇLU KİM?
İnsanlar tepkili. Çünkü ilaç firmalarının para kazanmak için hekimler vasıtasıyla kendilerinin kandırdıklarını düşünüyor. Hekimler tepkili çünkü ilaç firmalarına para kazandırmak için hastalara bu ilaçları yazdıkları önyargısıyla karşı karşıya kalıyor. Diğer taraftan, hasta ile hekim arasındaki güven ortamı zedeleniyor. Hasta kolesterol ilacını kullanmayı kesiyor ve söz konusu olabilecek risklerle karşı karşıya kalıyor. Suçlu kim?
Bu konuda geçen hafta pazar günü Habertürk’te Türkiye’nin Nabzı adlı bir tartışma programına katıldım. Konu hakkındaki görüşlerimi bu yazıda özetleyeceğim. Her zaman ifade etmeye çalıştığım gibi “Bilimde asla kesin doğrular yoktur.” Her görüş tartışmaya, sorgulanmaya açıktır. “Benim görüşüm doğrudur” şeklinde bir dayatma söz konusu olamaz.
Aslında ileri sürülen görüşler yeni değil onlarca yıldır tartışılır. Ancak insan sağlığı söz konusu olduğunda bir futbol takımı fanatizmi gibi koyu taraftarlık yapılamaz. Ben konuya bir mantık ilişkisiyle bakmayı tercih ediyorum. Kolesterol vücumuz için son derece önemli yapı taşlarından biri. Tüm hormonlarımızın sentezi, hücrelerimizin birbiriyle iletişimi, hafıza ve algılama işlevlerinin sağlıklı bir şekilde yürütülebilmesinde rol oynuyor. Dolayısıyla ‘sıfır kolesterol’ gibi uçuk hipotezlerin bilimsel yaklaşımda hiçbir değeri bulunmamaktadır.
İNSANLAR TEK TİP DÜŞÜNÜLMESİN
Peki kolesterolün normal seviyesi ne olmalı? İşte bu konuda spekülasyonlar yüksek. Daha önceleri 250 (mg/dl) civarında iken sonra 200’e ve daha sonra bazılarına göre 150’lere kadar düşürüldü. İddialar ciddi. Çünkü her 50 puanlık düşüşle yüz milyonlarca kişi kalp krizi riski grubuna giriyor. Yani ilaç endüstrisi için milyarlarca dolarlık bir kazancın söz konusu olduğu düşünülüyor.
Diğer taraftan bazı epidemiyolojik veya klinik çalışmaların sonuçları yine kafaları karıştırıyor. Kalp krizinden ölenlerin yarısında kolesterol seviyesinin normaller civarında olduğu ya da yüksek kolesterol seviyesi ölçülen kişilerin damarlarında herhangi bir tıkanıklığa rastlanmadığı şeklindeki bulgulara dayandırılarak yüksek kolesterolün bir risk değeri olup olmadığı sorgulanıyor.
Kanımca burada temel hatalı yaklaşım, insanların robotik yaratıklar olarak ‘tek tip’ düşünülmesi. Yani tek bir beden tipi, kolesterol yüksekse damar tıkanır, düşükse risk yoktur. O halde “Kolesterolü düşürmek insan ömrünü uzatır” şeklinde düşünmek ne derece yanlışsa “Kolesterol yüksek olsun, hiçbir önemi yok, aksine çok yararlı, istediğini ye” demek de o kadar yanlış. Çünkü her insanın doğuştan gelen farklı kalıtım özellikleri (ailesel, ırk, cinsiyet); içinde bulunduğu ortamdaki yaşam şekli, zayıf/şişman oluşu, beslenme şekli, çevresel etkenler, egzersiz yapıp yapmadığı, hastalıkları, kullandığı ilaçlar, sigara/alkol tüketimi, karakteri gibi birçok etkene bağlı olarak büyük değişim göstermektedir. Dolayısıyla epidemiyolojik ya da klinik çalışmalar sonucu elde edilen bulguların tüm insanlar için geçerli olabileceği düşünülemez. Sadece bir fikir verebilir.
İLAÇ KULLANIMI ÖNLEMLER ARASINDA
Kolesterolün damarlarda tıkanıklığa neden olan plağın yapısında yer alan bileşenlerden biri olduğu biliniyor. Dolayısıyla kanda dolaşan kolesterolün seviyesinin dikkatle izlenmesi gerekir. Damarların iç yüzeyinde meydana gelen bir yangı reaksiyonu sonucu söz konusu alanda onarıcı ekip faaliyetlere başlar (makrofajlar, T-lenfositler, eikozanoitler). İşte tıkanmaya varan olaylar zinciri bu şekilde başlar. Oksitlenmiş kolesterol kristalleri (LDL) ya kendisi bu hasarın oluşumunda rol oynar ya da başka etkenlere bağlı olarak (sigara, stres vd.) oluşan hasarın onarımı için oluşan onarıcı kütleye takılarak kütlenin büyümesine ve neticesinde damarın tıkanmasına yol açar (aterom plağı). Görüldüğü gibi damar içinde hasar oluşumu ve buna bağlı olarak başlayacak bir yangı tepkimesinin kontrolü bizim elimizde değil. Bizim dışımızda yukarıda saydığım birçok etkene bağlı. Bu durumda söz konusu risklerin mümkün olduğunca azaltılması gerekir. Bu nedenle son yıllarda kalp krizine yol açabilecek risklerin en aza indirilebilmesi için damarlarda hasara yol açabilecek kontrol edilebilir tehditler ön plana çıkartılıyor. Bu tehditlere karşı alınabilecek önlemler ise sağlıklı beslenme, düzenli egzersiz, kilo kontrolü, sigara ve alkol tüketiminin kısıtlanması, stres ile mücadele, sağlıklı çevre vd. İşte kolesterol düşürücü ilaçlar da alınabilecek bu önlemler arasında yer alıyor. Yani kolesterol kristallerinin miktarı azaltılarak yangı riski azaltılmaya çalışılıyor.
Dolayısıyla kanımca yüksek kolesterollü olduğu halde kalbi ve damarları sapasağlam çıktı ya da düşük kolesterollü olduğu halde kalp krizi geçirdi şeklindeki örneklerin bir önemi yok. Önemli olan yukarıdaki risklerden ne derecede uzak durabildiği. Eğer damarlarda yangı cevabına yol açabilecek olumsuz bir etken yoksa risk oranı düşük olacaktır.