Akşamın bir vakti birikmiş yabancı gazeteleri okumakla meşgulken, dostumun “Aç, hemen televizyonu aç” diyen sesi dikkatimi dağıttı. O sırada ulusalcı bir kanalda vaktiyle önemli koltuklarda oturmuş bir ‘sağcı’ politikacı konukmuş... “Sen severdin” dedi bana dostum, “Şimdi kimlere nasıl âlet oluyor, görüyorsun...”
Televizyonu açmak içimden gelmedi, karşıma çıkacak manzaranın içimi karartmasından çekindim... Onun yerine, dostuma, biraz önce okuyup arşivime kattığım haberi aktardım...
İngiltere medyası şu günlerde üç kadının bir karı-koca tarafından tam 30 yıl ‘köle’ olarak kullanılmasıyla meşgul. Kadınlardan biri Malezyalı, biri İrlandalıymış... Bunlar yaşını-başını almış kadınlar... Üçüncü kadın ise 30 yaşında... Pek nâdir evden dışarıya çıkıyormuş kadınlar; genç olanı o evde doğmuş ve dışarıyı hiç görmemiş...
Pek inanılır gibi gelmiyor, ama gerçek... Bugünün dünyasında ‘köle’ hayatı yaşatılan kadınlar...
Nasıl olmuş bu?
Sorunun cevabı o gün çıkan İngiliz gazetelerinde vardı: Meğer ‘köleci’ karı-koca Maocu bir grubun liderleriymiş; ‘köle’ olarak kullandıkları kadınlar da ‘müritleri’...
Guardian gazetesinde Tariq Ali iyi tanıdığı ‘Maocu’ grupla ilgili bildiklerini okurlarıyla paylaştı. ‘Köleci’ çiftten erkek olanın adı Aravindan Balakrishnan (73), eşinin de Chanda (67) imiş... Marksizm-Leninizm-Mao Zedong Düşüncesi İşçiler Enstitüsü adlı 25 kişilik bir küçük Maocu grubun liderleri oluyorlarmış... İngiltere Komünist Partisi (Marksist-Leninist) adlı partiden ayrılan bir hücre; “Ama” diyor Tariq Ali, “O partinin de zaten ancak 100 kadar üyesi vardı.”
Dalgasını geçiyor, vaktiyle kendisi de Troçkist çevreler içinde bulunmuş (‘Yeni başlayanlar için Troçki’ adlı kitabın iki yazarından biri o) Tariq Ali Troçkistlerin kadınlara iyi davranmadıklarını söyledikten sonra... Okuyalım: “Balakrishnans’lar kurdukları komünde üç kadını mahpus tutmayı başardı; bir şeyi daha: Zenginleşmeyi... Sayıları azaldığı halde sahip oldukları emlâk çoğaldı. Balakrishnans’lar Çin’den önce kapitalizme dönmeyi becermiş; üye sayılarından üç fazla (13) emlâk tapuları var...”
İngiltere’de Maocular genellikle Asya, Afrika ve Latin Amerika kökenli öğrencilermiş... Almanya’da ise bir ara üye sayıları onbine, yayınlarının tirajı 100 bine ulaşmış... Şimdilerde ‘liberal’ görüşlere hitap eden Liberation gazetesini aslında Maocu bir kadro kurmuş Fransa’da... Norveç’te de güçlüymüşler; Mao öldüğünde, 100 bin Norveçli, ellerinde meşaleler, Çin Büyükelçiliği’ne yürüyüp başsağlığı dileklerini sunmuş...
“Maoculuğun cazibesi neydi?” sorusuna şu cevabı veriyor Pakistan asıllı İngiliz filozof: “Mao figürü bunlar için önemliydi, ama yazdıklarında etkisi pek azdı. Herbir örgütün 1967-77 arasının değişim arzusunu kullanan içlerinden çıkardıkları kendi Mao’ları vardı.”
Bizimkiler ucuz kurtulmuş doğrusu...
Geçtiğimiz günlerde yayımlanan Erkan Tufan Aytav imzalı ‘Aydınlık’tan Kaçanlar’ kitabında, Türkiye’de ‘Maocu’ mazileri olan tanınmış isimlerin o günlerine dair anıları yer alıyor. Örgütte ‘kölelik’ yokmuş, ama anılardan özel hayata müthiş müdahale edildiği anlaşılıyor.
Liderin kızkardeşi olan örgüt üyelerinden birinin eşi hamile kaldığında, ciddi bir sorun yaşanmış... Lider, üyelere, çocuk doğurma yasağı getirmiş çünkü... Kadın mezbaha gibi bir yerde çocuğunu aldırdığı için kan kaybetmiş, ölüm tehlikesi geçirmiş...
Zengin çocuklarıdır üyelerin bir bölümü... Lider onları en ağır işlere gönderir... Kimini inşaat işçiliğine, şimdilerde özel bir radyoyu yöneten eski bir üyeyi de maç öncesi karaborsa maç bileti satmaya... Yedikleri zeytinin sayısına, kullandıkları traş köpüğüne kadar karışırmış örgüt lideri... Biri “Yemekte iştahlı olsan da, az yesen de kabahatli olurdun” diyor...
“Meczup muyum ben?”diye liderin sorduğunu hatırlıyor bir eski üye...
Arayan dostuma Londra’nın güneyinde yaşanan ‘Maocu köleler’ olayı haberini yolladım. “Televizyondaki programı boş ver” mesajını gönderdi okuduktan sonra...