7 Haziran Seçimleri sonrasında ortaya çıkan koalisyon tablosunun en anlamsız yönü, kimin kimle koalisyon yapacağı tartışmasından ibaret. Zira bu durumun muhalefet açısından tek anlamı, Meclis aritmetiğinin Türkiye’yi mahkûm ettiği absürt manzaradan yararlanarak, konforlu bir şekilde hükûmetin bir parçası haline gelmek.
Muhalefetin yıllardır iktidar olma perspektifini yitirmenin ve hepsinden önemlisi Türkiye’nin bütününde anlamlı bir temsile sahip olmamanın rahatlığıyla savrulduğu pozisyon, şimdi sorumluluk imtihanına girecek. Bu durumun oluşturduğu baskıyı ‘koalisyon kombinezon egzersizleriyle’ aşmaları da mümkün değildir.
Yaşanacak tartışmanın matematiği ne olursa olsun, önünde sonunda, partileri aşacak şekilde ‘koalisyonun nerede kurulacağı’ sualiyle karşı karşıya kalacaklar. Bu sorunun cevabı karmaşık değil. Koalisyon ya eski Türkiye’de kurulacak ya da yeni Türkiye’de.
Aynı zamanda mezkûr sorunun cevabı, sadece koalisyonun kuruluş ön şartı olmayacak, selametinin de teminatı olacak. Mevcut muhalefet partileri açısından büyük bir fırsatın önünü açan bu durum, kendi başlarına yapamadıkları yüzleşme için oldukça güzel bir fırsat sunuyor.
Ancak tahmin edildiği üzere, ilk tepkilere bakılırsa, AK Parti’nin olmadığı bir senaryoda eski Türkiye aktörleri olarak, eski Türkiye üzerinde bile mutabakat sağlamayı beceremedikleri görülüyor. Neredeyse her birisinin ayrı bir ‘eski Türkiye’si var. Yetmiyormuş gibi bu eski Türkiyeler de birbirine bilenmiş durumda. Az sayıdaki ‘aç tavuk dünyasının’ bazı müdavimleri, şapkadan tavşan çıkarıp, eski Türkiye unsurlarının imkânsızı başarıp aralarında bir koalisyon kurmasını beklese de, böylesi bir gelişmenin hayata geçmesi oldukça küçük bir ihtimal olmaya devam ediyor.
Sonuçta, seçimler öncesinde, hatta uzun yıllardır devam etmekte olan sancılarıyla baş başa kalıyorlar. Bu sancılardan kurtulmalarının tek yolu, yeni Türkiye’nin yapıcı bir unsuru olup olmamaya karar vermeleriyle mümkün. Dolayısıyla koalisyon tartışmalarının, yaşanacak turlar ve ihtimallerin tüketilmesinden çok daha önemli olan kısmı ‘yeni Türkiye sorunsalında’ kilitlenecek. Kaldı ki, ortaya çıkacak bir koalisyonun istikrarının kilidi de yeni Türkiye formülünde saklı.
Yeni Türkiye’nin tartışmaya açık olmayan bir ön koşul olmasının delili, seçim sonrası ortaya çıkan ve 13 yıldır tekrar eden Türkiye siyasal haritasıdır. Haritayı önüne koyup bakan herkes, kazanan-kaybeden denklemini de, Türkiye’nin omurgasının ne olduğunu da kolaylıkla görebilir.
Bu verili durumla yıllardır kavga eden, eski Türkiye limanına akla ziyan halatlarla kendisini bağlamak için 13 yıldır mücadele eden muhalefet, bir ihtimal, ‘koalisyon ve mecbur kalınan iktidar denklemi’ içerisinde eski Türkiye köprülerinin taşınamaz olduğunu fark edebilir. Ancak o zaman ‘hükûmet matematiğini ve al-ver dünyasını aşan sahici gelişmelere’ şahitlik edebilir. Aksi takdirde, konuştuğumuz durumun ve yaşadığımız krizin, fazlaca söze ihtiyaç duymadan, sadece ve sadece ‘276 olduğunu’ söylemek ziyadesiyle kâfi olacaktır.
Eğer mesele 276 sığlığına indirgenir ve bütün hesaplar bu sayıyı bulma veya bulmama üzerine kurgulanırsa, geçmişte milletin 367 rezaletini nasıl darmadağın ettiğini hatırlatmak da aynı şekilde kâfi olacaktır.
Benzer şekilde, 276’yı pazarlıklar dünyasından çıkarmak için çok fazla bir kabiliyete ihtiyaç duyulmadığı da ortadadır. Siyasaldan ve sosyolojiden istifa eden en basit yaklaşımla bile bu sayı kolaylıkla bulunacaktır. Mesele, 276’nın ‘mevzuatı ve mecburiyeti aşan’ bir tabiatının olup olmayacağıdır. Bu sayıyı yeni Türkiye’de aramak kurucu bir siyasal perspektifi muhafaza etmek anlamına gelecek. Muhalefetin bu cesareti ve basireti sergileyip sergilemeyeceğini göreceğiz.