Muhalefet partilerinin 7 Haziran’dan bu yana yaşadıkları gelgitlerin bakiyesine bakıldığında, elle tutulur fazlaca bir şey olmadığı görülüyor. Türkiye’ye vaatleri kabaca Yunanistan ve Suriye’den ibaret olan iki eski Türkiye perspektifini görüyoruz. AK Parti’den, bir koalisyonun ana unsuru olarak bu iki perspektifi yönetmesi bekleniyor: Türkiye ekonomisini alt-üst etmeyecek kadar ekonomiyi, iç barışımızı darmadağın etmeyecek kadar da Çözüm Süreci’ni dengeleyecek bir AK Parti maliyetine, mucizevi bir formülü bulması beklenen koalisyon egzersizleri yapılıyor. Bu durum derinleştikçe de sürreel bir dünyaya iyiden iyiye savrulmaya devam ediyorlar.
Muhalefet kabaca bir ay içerisinde, ‘hükûmet kuralım ama koalisyon olmasın’ düzeyinden ‘koalisyon kuralım ama hükûmet olmasın’ düzeyine ermiş oldu. Bu garabet durumun ilk yansımasını Meclis Başkanlığı seçimlerinde görmüş olduk. “HDP’nin destek verdiği bir isme MHP destek vermeyecekse, MHP’nin kendi adayı varken başka bir partinin adayını desteklemesini HDP desteklerse AK Parti’den başkan seçtirmeyiz” müthiş formülü(!) trajik bir şekilde sona erdi.
Bu durum, koalisyon turları başlamadan muhalefet partilerinin her geçen gün biraz daha sahiplendikleri ruh halinin sebep olduğu kısır döngüye denk geliyor. Bir taraftan, bir haftalık Meclis Başkanı seçim stratejisinin gerilimini ve sinir harbini bile yönetemezken, diğer taraftan çok daha sofistike bir sürece denk gelen koalisyon müzakerelerine dair de yeterince işaret veriyorlar.
Böylesine sofistike, tutarlı, insicamlı ve kendi grubuna her anlamda hâkim olmayı gerektiren koalisyon müzakereleri sürecine hazır olmanın ön şartı, AK Parti ile bir hükûmet kuracaklarını hatırlamaktan geçiyor. Bunun öncelikli anlamı da; kırmızı çizgiler, tehditler, Cumhurbaşkanına ve makamına tahkir edici dil ve dış politikada varoluşsal jeopolitik değişimi -Türkiye karşıtlığına varacak şekilde- sigorta poliçesi değiştirme basitliğine indirgeyen yaklaşım(lar)dan uzaklaşmak olduğu bilinmelidir.
Lakin böylesi bir uzaklaşma sonrasında geriye bu partileri var eden bir şey ortalıkta kalmayacağı için, kısır döngüden çıkamıyorlar. Hâl bu olunca da, durumun AK Parti açısından da eksik 18 sandalyeyi tamamlama düzeyinin ötesine geçecek bir derinliğe dönüşmesi için fazlaca makul bir sebep ortada kalmayabilir.
Peki, ne olacak?
Görünen o ki; 7 Haziran’dan ezici bir zaferle çıkmış tonda, koalisyon süreçlerini hızla aşarak, çoktan kendi dünyasında hükûmet kurmaya başlayan bir dilden uzaklaşılamıyor. Bunun en önemli sebeplerinden birisi, hâlâ yarını konuşacak bir siyasi dilin ve zihnin ortaya çıkmaması. Müzakere süreçlerinin en temel unsurlarından olan ‘başlıklar hiyerarşisi’ neredeyse tamamen ortadan kalkmış durumda. Başka bir deyişle, herhangi bir müzakerede başlangıç süreçlerinde yer alamayacak başlıkların ana eksene dönüşerek ortalıkta uçuştuğu bir söyleme gömülmüş durumdalar.
Muhalefet partilerinin AK Parti ile bir hükûmetin parçası olmalarının tek yolunun AK Parti ile koalisyon kurmak olduğuna ikna edilmesi gerekiyor. Bu durumun absürtlüğü, son birkaç hafta içerisinde neredeyse kendi kendisiyle kavga eder hale gelen muhalefet partileri tarafından bizzat derinleştirilmektedir. Son tartışmalardaki kısır döngü çok sert hissedilince, ardı sıra erken seçim açıklamalarının gelmesine de şaşırmamak lazım.
Muhalefetin; 7 Haziran’dan çıkarılacak birçok sonuç olmakla beraber, kendisi açısından en önemli neticenin AK Partisiz hiçbir denklemin çıkar bir yol olmadığına dair basit siyasi ve sosyolojik okumayı yapmak olduğunu görmesi gerekiyor. Aksi takdirde, geride kalan 13 yılda sayısız sofistike olay ve süreçten alnının akıyla çıkmayı başarmış AK Parti tecrübesi ve realitesini yabana atmanın ağır faturası, çok geçmeden muhalefet partilerinin önüne özenle konulacaktır.