Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın arife ve bayramın birinci gününü kapsayan KKTC ziyareti, Kıbrıs'ın geleceği ile ilgili uluslararası camiaya çok önemli bir mesaj veriyordu.
Cumhurbaşkanı bir "müjde" vereceğini söyleyerek gitti KKTC'ye.
Pakistan, Azerbaycan ve Katar'ın KKTC'yi tanıması ihtimalinden bahsediliyordu.
Daha doğrusu böyle bir beklenti oluşmuştu kamuoyunda.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, KKTC Parlamentosu'nda hem yeni başkanlık sarayı hem de parlamento binasının yapılacağını haber verdi.
Bu vesile ile de öğrendik ki KKTC Başkanları, eski İngiliz sömürge valisi yardımcısının konutunda oturuyormuş. Parlamento binası ise 1974 öncesi Rumlardan kalma bir sigara fabrikasıymış.
İlk etapta beklentinin çok gerisine düşmüş bir müjde gibi algılandı bu iki haber. Ancak bununla verilmek istenen mesaj, ulaşması gereken yerlere gayet net şekilde ulaştı bence.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ifadesiyle "Artık Kıbrıs Türklerinin uluslararası görüşmelerde masadaki tek talebi egemen devlet statülerinin tanınmasıdır. Bunun dışındaki tüm teklifler geçerliliğini yitirmiştir."
Türkiye bu noktaya nasıl geldi?
Aslında hep bu noktadaydı.
Birleşmiş Milletlerin "İki toplumlu tek devlet" modelini adil ve eşit yetki dağılımı gibi temel kriterlere bağlılık kaydıyla müzakere ederek BM ve AB'nin elindeki tüm kozları tüketmiş oldu KKTC ve Türkiye. Üstelik bunu samimiyetle, gerçekten iki toplumun da ikna olacağı bir çözüm modeline taraftar olarak yaptı.
Annan Planı'nın referandumda Türk kesimince kabul edilmesi ve Türkiye'nin bunu desteklemesi buna mukabil Rum kesiminin hayır demesi bu süreçteki en önemli aşamalardan birisi oldu.
Ve tabii ki iki devletli bir çözümü kabul etmeyeceklerini her fırsatta hatırlatan Avrupa Birliği liderlerinin Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'ni Avrupa Birliği'ne almaları...
Bu karar, Avrupa'nın Kıbrıs sorununun çözümünde tarafsız bir konumda değerlendirilemeyeceğini göstermek bakımından çok önemlidir. Dahası fiili olarak da iki devletli çözüme temel kabul edilebilir.
Hülasa, Türkiye'yi KKTC'de "işgalci güç" olarak görmek, Türk toplumunun Rum kesimi içinde azınlık statüsünde eritildiği bir Rum devletine razı gelmektir. Tek devletli çözümden Rum tarafının anladığı şey, eşit ve adil bir yetki paylaşımı değil zillete razı etmektir.
KKTC'nin ve Türkiye'nin böyle bir çözümü kabul etmesi daha doğrusu buna çözüm nazarıyla bakması zaten mümkün değildir. Ama Türkiye'de olduğu gibi KKTC'de de kadim devlet tezlerini dahi Avrupa Birliği namına feda edebilecek bir zümre maalesef oluşmuş durumda.
Bu zümrenin ana motivasyonu ise Türkiye'de olduğu gibi KKTC'de de Erdoğan düşmanlığı.
Sistem aynı şekilde kurulmuş; Erdoğan karşıtlığı üzerinden belli bir zümreyi, devletin kadim ilkelerini, dokunulmazlarını, kutsallarını, sınırlarını ihlal edecek her gelişmeye açık hale getirmek.
1960'larda Kıbrıs Türklerinin yaşadığı mezalimi unutmak mümkün mü? Türkiye'nin en yok zamanında soydaşlarının haklarını korumak için gerçekleştirdiği Barış Harekatı'nın kazanımlarını yok sayabilir miyiz?
"Türkiye gölge etmese Rumlarla ne güzel anlaşırız" kafasındakilere bunları tane tane anlatmanın bir anlamı var mı?
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın KKTC'ye gerçekleştirdiği ziyareti, Türkler için artık iki devletli çözüm dışında hiçbir seçeneğin masaya dahi gelemeyeceğinin ifadesi oldu. Yeni yapılacak başkanlık sarayı ve parlamento binası bir inşaat faaliyeti olarak görenlerin anlayamayacağı, anlamak istemeyeceği, işlerine gelmeyen şey budur.