Son dönemlerde tarikat çevreleriyle ilgili diziler furyası başladı. İyi bir şey bu. Çünkü Türkiye'nin görmezden gelinen, yasaklı görünen, ret ve inkâr edilen bir olgusu artık konuşuluyor. Özellikle dizilerde ve filmlerde tamamen yoktu. Şimdi hepsi birden hücum etti ekranlara. Daha da devam edecek. Tarikat kelimesini bile başlı başına bir itham ve dışlama olarak kullanan kesimlerin tarikat çevresinin insanlarıyla konuşmaya başlaması önemli bir adım. Onların da insan oldukları, âşık olabileceği, çatışabilecekleri ve haklı taraflarının olabileceğini diziler ve filmler daha güzel yansıtıyor. Film dili hem daha gerçekçi hem de daha insani.
Kızıl Goncalar dizisinin ikinci bölümünü izledim. Önyargıyla çok kötü olacağını düşündüm. Ancak izledikçe normal bir anlatımla karşılaştım. İki çevre karşı karşıya getiriliyor. İslam'ı daha sert ve geleneksel yaşayan tarikat çevresi ile laikçi çevreden iki aile üzerinden gidiliyor. Elbette diziyi çekenler laik kesimden insanlar ve onların algısını merkeze alıyorlar. Oradan bakıyorlar tarikat ailesine. Tarikat ailesi ve çevresinin kadınları siyah pardösülü. Erkekler de sakallı, takkeli ve şalvarlı. Bir bakıma laikçi sosyolojinin tarikat muhayyilesini yansıtıyor. Sakal, çarşaf, cübbe, şalvar... Bu giyimle kuşatılmış insanlar topluluğu. Oysa tarikatlar çoğuldur ve çok farklı giysilerle yaşarlar. Hatta Melami ve Rifai meşrepli kimi guruplar tamamen seküler giyimler içerisinde. Aslında çoğu tarikatlarda da erkekler oldukça seküler giyinir, kadınlar kısmen örtülüdür. Bu kadar sınırları belirgin ve tek tip giyim de yoktur.
Laik aile giyimiyle tamamen farklıdır. İlişkilerde sıkıntıları da var. Doktorun hanımı kaçmış, doktor sert karakterli ve hep tedirginlik içinde. Babası, profesör ve evde yatalak olan hasta biri. Terk edilmiş kızı uyuşturucu satıcılarıyla geziyor. Tarikat ailesi ve çevresinde de farklı sıkıntılar yaşanır. Erkeklerin sert kararları kadınların önünde duvar gibi yükselir. Sosyal hayata katılmaları engellenir. Bütün dindarlar kız çocukları ve kadınlar için sosyal hayat konusunda daha fazla endişe duyarlar. Tarikatta bu daha fazla yansır.
İki aile, iki farklı dünya. Birbirine yabancı, birbirine lal, birbirini doğru algılamayan iki farklı gezegen gibi. Buz gibi soğuk ilişkiler yaşanır başlangıçta. Ancak haneye girmek, hayatını başkasına açmak ve kısmen de onları kabul etmeye yanaşmak. Laik aile bunu yapar. Evde yatalak olan profesör ile tarikatın genç kızı ilk ciddi etkileşime girer. Kız, matematik dehası. Profesör bunun farkına varır. Aynı zamanda da okumamasına içerlenir ve küçümseyici ifadeler kullanır. Fakat yine de kıza yardım etmeye karar verir. Kızın annesi, mutfakta yemek ısıtmayı öğretir doktorun kız kardeşine. Laikler elit ve profesyonel insanlar. Mutfak çalışmıyor. Yemekler dışardan geliyor. Modern Türk ailesinin son halidir. Ailenin gerginliği belki de mutfağın, ocağın tütmemesindendir. Kızın annesi, doktorun kız kardeşine mutfağı yeniden canlandırmanın kilidini açar.
Matematik dehası kız, profesörden ders alırken tahtada bir formül yazar. P=Efendi Hazretleri, Q=Profesör. Parantez içerisinde birincisinin başını açmaması için üniversiteye gitmesini istemez, ikincisi de başını açmadığı için üniversiteye gitmesini engeller. Sonuçta, kız P=Q der. Yani ikinizde benim üniversiteye gitmemem için aynısınız mesajını verir.
Laikçi ve sert gelenekçi tarikat toplulukları birbirine benziyor. Birisi seküler kesimin aşırı anlayışı, diğeri de dinin aşırı anlayışı. Dizi, bu iki anlayışı etkileşime sokarak belki de birbirini anlamalarına yardımcı olacak. Laikçi perspektifi merkeze alarak yargılama ve damgalama yoluna giderse bundan uzaklaşır. Türkiye sosyolojisinde iki kesiminde birbirini anlamaya ve anlaşmaya ihtiyacı var. Aynı toplumun farklı renkleri ve grupları her zaman olacak.