Birinci Dünya Savaşı’nın bitmediğini her vesile ile söylüyoruz. Ve o savaşın coğrafyamızda devam ettiğine tanık oluyoruz. O dönem İslam dünyasına yönelik saldırılarla bugünün ne çok benzediğine şahit oluyoruz.
O halde size “Harb-i Umumiye (Birinci Dünya Savaşı) döneminde İstanbul’un tüm Ümmet-i Muhammed’i“Seferberliğe” çağırdığı dönemde Padişah Mehmed Reşad’ın “Cihad-ı Ekber emri”nden bir bölüm sunmak istiyorum.
“Ey müminler,
Moskof asırlardan beri kesin olarak, insanlık için baş belası ve düşmandır.
… Onların şer kıvılcımları doğudan batıya kadar yayılmıştır.
Milyonlarca Müslümanı köle etmek arzusu yaratılışlarına hoş gelen mağrurluk içindeki İngiliz ve Fransızlar da onlarla birlikte işi sürdürüyorlar. Bu hırs Müslümanların hayatını sora sora bitirmeyi güzel gösteriyorlar. Özlerindeki düşmanlıkları gidermek için, Din- i Mübin’in barınağı olan Müslümanların sığınağı olan din direğini sarsıp temelini zayıflatmaktan başka çare bulamıyorlar.
O üçlü İtilaf denilen zorbalar, geçen yüzyılda Hindistan’da, Orta Asya’da ve Afrika ülkelerinin çoğunda da hukuku çiğneyip haklara tecavüz etmişlerdi. Daha dün komşularımızı bize karşı yardımlaşma sözü vererek kışkırttılar ve Balkan Savaşı’nı çıkardılar. Kötülük ve isyan gösterilmesi için sözleşme oluşturdular.
… Halkının tümünü kaplayan bir savaş ateşini tutuşturmaya kast etmişlerdir. Bu yaman bir topluluğun çok çetin ve kesin kararıyla ümmeti Muhammed’in kalbinden vurmayı arzuluyorlar.
Beytül mukaddesteki şehit yurtlarından Nevcef’ten, Kerbela’dan ve diğer evliya ve şehitlerin makamlarından def etmek için…
… Kin yüklü hilelerinden faydalanmalarına engel olmak için o mütecavizlerle savaşmanın bir borç olduğunu düşünerek bütün Müslümanları onlara karşı savaşmaya çağırıyorum…”
( 4 Muharrem 333 Sultan Mehmed Reşad)
Amerikan dış politikasının en önemli teorisyeni Henry Kissinger’in 11 Eylül saldırılarından sonra geliştirdiği tez “Savaşma savaştır” tezidir. Bu teze göre “Müslümanlar artık kendi içlerinde savaşacaklardır.”
Tezin bugün için nasıl da adım adım coğrafyamızda işlediğine tanık oluyoruz.
Tezin, 100 yıl önce Mehmed Reşad’ın “Halkının tümünü kaplayan bir savaş ateşini tutuşturmaya kast etmişlerdir”cümlesi ile ne çok örtüştüğünün de farkında mısınız?
Dahası, “Ümmet-i Muhammed’in kalbinden vurmayı arzuluyorlar” cümlesi 100 yıl önce nasıl gerçekleşmiş ise bugün de gerçekleşiyor.
Irak’ın, Suriye’nin hali ortada. Yemen’in, Mısır’ın, Libya’nın hali ortada. Sudan’ın, Somali’nin, Afganistan’ın, Pakistan’ın hali ortada. Buralarda iki aksın hastalıklı hali, Ehli Sünnet ve Şia adına birbirine çullanmış durumda. Dahası birçok fraksiyon üzerinden adı “Müslüman” olanlar birbirinin boynunu vuruyor!
Kissinger’in “Savaşma savaştır” tezi, örgütler üzerinden pratiğe dönüşüyor!
Türkiye’nin içine de müdahale ediyorlar.
PKK/HDP çizgisinin geldiği son nokta DTK bildirisinde neşvü nema buldu: “Devlet!”
Meğer PKK/HDP-DTK çizgisinin nihai amacı “Kürt Devleti” imiş; öğrendik.
“Hendek, öz yönetim” martavallığı ile Türkiye’nin “anasırı İslam” çatısı altında bir arada bulunan iki unsurunu birbirine vurduruyorlar!
O zaman sözün burasında şunu söylemekte yarar vardır.
"...Kin yüklü hilelerinden faydalanmalarına engel olmak için o mütecavizlerle savaşmanın bir borç olduğunu düşürerek bütün Müslümanları onlara karşı savaşmaya çağırıyorum…”
“Savaşmak” kavramını meşru müdafaa olarak tanımlıyor ve bir an önce Türkiye’nin içine de müdahale eden “Kissinger aklı”nın yenilmesini diliyorum.
Mehmet Görmez’in misyonu
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez İran’a gitti. Ehli Sünnet ile Şia buluşması gerçekleşti. Birbirini tekfir edip boğazına çullananlara inat, iki ana akımın temsilcilerinin görüşmesini önemli buluyorum. Mehmet Görmez Hoca’nın İran’daki temaslarını İslam dünyası için hayırlar getirmesini diliyorum.
'Bismillah' dendi
Yeni anayasa için “bismillah” dendi. Bu çerçevede Başbakan Davutoğlu, CHP lideri Kılıçdaroğlu ile görüştü. Görüşme sonrası yapılan açıklamadan anladığımız mümkün olduğunca “kesintiye uğramayan” bir süreç başlatılmak isteniyor.
Ak Parti Sözcüsü Ömer Çelik “Asıl olan sistemi taşıyacak ana kolların nasıl olacağı tartışmasıdır” dedi.
“Başkanlık Sistemi’nin Başbakan Davutoğlu tarafından gündeme getirildiği”ne işaret etti.
Başbakan Davutoğlu ile Belgrad’ta buluştuğumuzda bize, anayasanın ruhu ve formu konusunda geniş izahlarda bulunmuş, muhalefet ile “şu teklifle gidiyorum” anlamı taşıyacak bir görüşme değil süreç işletmek istediğini söylemişti. Anlaşılan o ki süreç işlemeye başlayacak.
Bu arada, Başbakan Davutoğlu, “Ben anayasaların açık olması gerektiğini düşünüyorum. Anayasanın ilk 4 maddesine ben inanıyorum. Ama halkıma güveniyorum, kuracağımız sisteme güveniyorum. Aidiyeti kuvvetliyse bu maddeleri değiştirmeye ihtiyaç olmaz” demişti. Bu açıklamanın CHP tarafında bir yumuşamaya neden olduğunu düşünüyorum.