Güya kışlalarda dindar insanlara hiç baskı olmamış. Dileyen asker/subay namazını rahatça kılıp orucunu tutabilmiş. Yemin törenine gelen başörtülü anneler, eşler, kız kardeşler gözyaşlarıyla kışla kapısından geri çevrilmemiş.
İçeriği bu olan utanmazca bir iddia atılmış ortaya.
Bayram günümü sosyal medya takibiyle geçirmediğim için sonradan gördüm. Bu cüretli pespayelik neden-nasıl başlamış diye şöyle bir bakınca anlaşıldı ki yine bir fırsatçılık var.
Benzerleri daha önce de oldu. Yaşanan darlık-zorluk, milletin sabrı ve siyasi gücüyle atlatıldıktan sonra fırsatçılar çıkıyor ortaya ve sonuçtan pay almaya kalkıyor. Üstelik eski günahlarıyla ilgili hiçbir özeleştiride bulunmadan, helalleşme çabasına girmeden.
Başörtüsü zulmünün baş yasakçısı CHP’den geçenlerde gelen atak gibi...
Güya CHP, kadınların genç kızların eğitim, çalışma ve temsil hakkını hiç gasp etmemiş, bilakis, özgürlüklerin önünü hep açmış. “Başörtüsü sorunu çözüldüyse sayemizde” diyebildi Kılıçdaroğlu, utanmadan.
Ne zaman dedi? Sorunlar AK Parti hükümetlerinin eli ve geniş çevrelerin desteğiyle hukuken ve siyaseten çözüldükten, hayat normalleştikten sonra dedi. Hal bu ki bütün yasaklarda eli, rolü, gölgesi vardı.
28 Şubat 2008 tarihinde hükümetin üniversitelerde başörtüsüne serbestlik sağlamasını öngördüğü Anayasa değişikliklerine karşı Anayasa Mahkemesi'ne başvuran partiydi CHP. Başvurunun altında Kemal Kılıçdaroğlu ile Muharrem İnce’nin bizzat imzası vardı. 10 Ekim 2013’te başörtüsü yasağının geri getirilmesi için Danıştay’a müracaat eden kişi de CHP’li Mahmut Tanal’dan başkası değildi.
Son fırsatçılık denemesi de benzeri bir şey.
İddia sahibi kişi, daha önce şüpheli bir işe imza atmış bir gazeteci. 15 Temmuz davaları başlarken FETÖ davetiyle ABD’ye gitmiş ve ByLock’un mahkemede delil olma niteliğini zayıflatma amaçlı bir algı çalışmasıyla geri dönmüştü…
Bozacıya şahitlik eden şıracı da en keskin ve en çirkin haliyle yaşanan, milyonlarca insanın muhatap olduğu bir gerçeği el çabukluğu marifet, ters yüz etmeye çalışmış.
Eski bir asker olan şıracı diyor ki “başörtüsüne yasak yoktu, türbana vardı”.
Yani “başörtüsü iğne ile tutturulmuş ise yasaktı çünkü iğneye silah muamelesi yapıyor içeri almıyorduk, ama eğer başörtüsü boynun altında fiyonk yapılmışsa lütfediyor, kapıyı açıyorduk” diyor. Takiye ustası Fetulahçıların TSK’ya iğne deliğinden sızdığının da itirafıdır bu.
Açıkça yalan söylüyorlar.
Sanki 2007’de GATA’da tedavi gören Nejat Uygur’u ve eşini ziyaret etmek isteyen Emine Erdoğan Hanımefendi’nin -Başbakan’ın eşi olmasına rağmen- içeri alınmadığı bilinmiyormuş gibi. Üstelik bu bilgiyi toplumda infial oluşmasın diye kamuoyuyla ancak 2010’da paylaştı Erdoğan çifti.
Gerçeği açıkça çarpıtıyorlar o yüzden. AK Parti hükümetlerinin, geniş sosyal çevrelerin ve terör örgütleri lehine seçkincilik yapmayan insan hakları savunucularının çabalarıyla aşılmış bir sorunun çözümünü manipüle ediyorlar.
Tarihler çok yeni oysa. TSK’da başörtüsü yasağı ilk olarak 11 Kasım 2016'da sivil personel için kaldırıldı. Ağustos 2016'da orduevleri, kışla gazinoları gibi askeri alanlarda başörtüsüne izin çıktı. Genelkurmay karargahı, kuvvet komutanlıkları ve bağlı birliklerde görev yapan kadın subay ve astsubayların başörtüsü takabilme özgürlüğü Şubat 2017’de ancak getirildi. Üstelik fırsatçılar hımhım ederken.
İddia kasıtlı, hafızalar canlı olduğu için yalan yayılmadan sahibine iade edilmiş ama tarihe kayıt düşmek adına eski bir asker olan, stratejist Yusuf Alabarda’dan bir alıntı yapacağım buraya. Belki utanırlar diye:
“Edep Ya Hu… Her kursa giderken eşimden kırk tane vesikalık foto isteyip başı açık mı diye kontrol ettiniz; Sicil yönetmeliğinde bana sicil verdiğiniz halde eşimin fotosunu da yanına koydunuz; 13 yaşında başını örtmüş anamın sağlık karnesine başı açık foto istediniz…”