28 Şubat darbesinin sene-i devriyesine az kaldı. Darbeleri unutmamak, bir daha yaşanmamaları ve toplumda darbelere karşı bir direnç gelişmesi için önemli. Fakat unutmamak tam tersi sonuçlar verdi yıllarca. 27 Mayıs darbesiyle asılan Başbakan Menderes ve arkadaşlarının idam sehpasındaki fotoğrafları Türkiye'de arkasını halka dayayarak siyaset yapmaya çalışan herkes için hizaya getirici bir etkiye sahipti. Ya koltuğa oturduktan sonra sizi seçen halka sırtınızı dönmeniz ve "müesses nizamın" görünüz görünmez kaidelerine biat etmeniz ya da kefeninizle siyaset yapmanız gerekti.
Darbelerin sıradan insanların hayatına da yön vermeye çalışan biçimini 28 Şubat'ta gördük. Olan siyasi iktidara el çektirmek değildi sadece. Toplumsal değişimin önüne geçecek, sosyolojik harekete ket vuracak, muhafazakar dindar kesimin ekonomik, kültürel ve mesleki anlamda dikey hareketini engelleyecek bir yasaklar silsilesi ile karşılaştık. İmam hatiplere getirilen katsayı engeli ve hemen tüm meslek kollarında ve üniversitelerdeki başörtüsü yasağı tam da bunu hedefliyordu. Sosyolojik değişime mani olmak, çevrenin merkeze yürüyüşünü durdurmak...
Fakat kitleselleştirilen her yasak gibi bu da 28 Şubat'ın bentlerini yıkmayı başardı. Üstelik bu, kimsenin burnu kanamadan, sokaklar ateşe verilmeden yapıldı. İnsanlar gidip oy kullandılar sadece. Her zaman yaptıkları gibi, kendilerine benzeyene, üzerlerindeki karabasanı kaldıracağını düşündüklerine oy verdiler. Farklı olarak bu sefer seçilince halka sırtını dönen değil kefeniyle siyaset yapan biri vardı iktidarda.
27 Mayıs'ta başlayan darbeler devri, 15 Temmuz FETÖ'cü darbe girişimiyle kapandı. Son 5-6 yıldır Türkiye, tam anlamıyla yeniden bağımsızlık mücadelesi verdi. Vermeye de devam ediyor. Üstelik bundan sonrası da hiç kolay olmayacak.
***
Hal böyle iken, FETÖ'nün "28 Şubat'ta böyle zulüm görmedik" demesine benzer şekilde kendi kişisel psikolojini 28 Şubat dönemine nispetle izhar edenlere rastlıyoruz. Kimi kişisel kariyerinde önüne çıkan bir engelden hareketle 28 Şubat benzetmesi yapıyor, kimisi de özgürce yazamadığını ifade ederken 28 Şubat dahil hiçbir darbe döneminde kendini bugünkü gibi kısıtlanmış hissetmediğini söylüyor.
Bugün çok vahim şeyler olmuyor mu? Elbette oluyor. Ortalıkta FETÖ'nün ticaretini yapanlar bile var. İnsanları FETÖ'cülükle itham edip ekonomik kazanç elde edenler, husumet duyduğu bir insana "FETÖ'cü" iftirası atıp ekmeğinden olmasına sebep olanlar... Var da var... Bu istismarcılarla mücadele etmek de FETÖ'yle mücadeleye dahil.
Lakin başka bir hal var, bazılarının şikayetlerinde.
"Kısıtlılık hissi" nedir? Bazı şeyleri söylemek isteyip de söyleyememenin yol açtığı bir duygu durumu, öyle değil mi? Buna ne mani peki?
Politik duruşunuz değişebilir ve bu, yazdığınız mecra ile yollarınızın ayrılmasına yol açabilir. Medyadaki asırlık kurallardan biridir bu. Başka bir gazete ya da TV kanalı bulamamışsanız dahi kendi şahsi mecranızı oluşturma imkanı var artık.
Mezkur zevatın durumu ise en başta eleştiriye tahammülsüzlük. “28 Şubat'ta dahi bu kadar kısıtlı hissetmedim kendimi" sözü elbette eleştiri alacaktı. Ve bu eleştiri, siyasi taraf olmakla değil 28 Şubat'ın vicdan yüküyle alakalı.
Trollerin ağır hakaretlerini öne sürmek ise eleştiriye tahammülsüzlüğe kılıf sadece. Zira oraları çoktan geçtik. Çünkü Gezi döneminden bu yana her birimiz fazlasıyla linç edildik.
"Kısıtlılık hissinin" gerçek sebebi, söz konusu isimlerin aldıkları pozisyonun vicdanen içlerine sinmiyor oluşu. Siyasi bir kavgaya tutuşup bunu gizlemek adına ahlaktan, vicdandan argüman üretmek doğrusu çok sakil duruyor.