CHP’nin, Ak Parti ile MHP arasında gelişen “fiili durum”u tashih için yaptığı anayasa müzakerelerinde gösterdiği tavrın tanımlamasıdır “kısır muhalefet.” Bu muhalefetten bir şey çıkmayacağı ayan beyan ortadadır. 330 görünmüştür, Meclis’ten bu anayasa değişikliği geçecektir, referandumda da Meclis’in kararı onaylanacaktır.
MHP, kendi iç sancılarını aşma çabasıyla girdi yola, önemli ölçüde netice de aldı. Orada Ak Parti’den (belki devletten) yardım aldı mı, büyük ihtimalle.
Ama bu “başkanlık yolunun açılması” için kullanılan mantık yabana atılır değil.
“Fiili durum” var mı, var. Bunu değiştirme imkanı mevcut şartlarda var mı, yok.
Öyleyse ne yapılsın?
Bir, böyle devam etsin, Cumhurbaşkanı Erdoğan fiili başkanlığı sürdürsün, 2019’da yeniden seçilsin, bir 5 yıl daha “fiili başkan”lığı sürdürsün. CHP istediği kadar “Bu, anayasaya aykırı” desin, bunun bir kıymet-i harbiyesi bulunacak mı?
MHP diyor ki, “Fiili durumu değiştiremiyoruz, Cumhurbaşkanı yetki kullanıyor, sorumluluğu yok, öyleyse Cumhurbaşkanını sorumlu hale getirecek bir anayasal statü oluşturalım.”
Bu mantık yanlış değil.
Sonra MHP, “Başkanlığın, ayrıca Tayyip Erdoğan’ın başkanlığının bir takım risklerinden söz edilecekse, yasal düzenlemede onun tedbirlerini alalım” diyor.
Bu mantık da yanlış değil.
Üstelik Ak Parti, Meclis’te 330’u bulduracak oylara ihtiyaç duyduğu için MHP’nin rezervlerini dikkate alma ihtiyacı hissediyor. O zaman da MHP’nin müzakere masasındaki gücü daha da artıyor.
Böyle bir durumda Meclis’te hükümet sistemi etrafında anayasa değişikliği yapılıyor, CHP, “rejim değişikliği” üzerinden anlamsız bir muhalefet geliştirerek avara kasnağa dönüşüyor.
Ne dedi Başbakan: Gel, müzakereye katıl, kabul etmiyorsan yine ayrıl.
Bu çok sade bir öneri. Halkın dili.
CHP bunu anlasa, müzakerelere katılır, önerilerini, varsa itirazlarını dile getirir, nihai planda kabul edemeyeceği durumla karşılaşırsa, gerekçelerini tek tek zikrederek, “Ben böylesine karşıyım” der. Halk da, CHP’nin itirazlarını dikkate almaya değer bulur.
Diyelim ki CHP, Tayyip Erdoğan’ın başkanlığına karşı olduğu için “kategorik red” noktasında duruyor. Soru şu:
- Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı değil de, Başbakan olarak kalsa, sistem içinde aynı etkinliğe sahip olmayacak mı?
Ne yani, Tayyip Erdoğan’ı tümden mi siyasetten silmeyi hedefliyorsunuz? Bu demokratik mi? Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığını Başbakanlığından kurtulmak için bir kuşatma alanı olarak mı tasavvur ediyorsunuz?
Aslında Cumhurbaşkanlığının 12 Eylül Anayasası ile belirlenen statüsü, her halü karda problemliydi, bunu görmek lazım. Evren döneminde de, Özal, Demirel, Ahmet Necdet Sezer döneminde de problemliydi. Orada “Devleti temsil ediyor” diye halk iradesini denetleyecek kurumların en tepe noktası olarak “özel statülü” birisi bulunsun istenmiş, o problem olmuş, sonra halk oyu ile seçilince başka bir problem ortaya çıkmış.
CHP, sistemin restorasyon zaruretini görmemeye çalışıyor. Oysa sistem, orasından burasından “Beni restore et” diye çığlık atıyor.
Şimdi Cumhurbaşkanı ile Hükümet “Devlet ayrı - Hükümet ayrı parçalanmışlığı”ndan çıkma sürecini yaşıyor. “Halk oyu” Cumhurbaşkanı ile Hükümeti aynı siyasi hareketin içinden seçince, devleti halk oyundan kaçırma oyunu bozulmuş oluyor.
Bu kaçınılmazdı. Herkes bunu anlamak zorunda.
CHP, hala eski oyunu sürdürmeye çalışıyor. Oysa o geçildi. 1950’den beri geçile geçile ilerleniyor.
Bundan sonra makul olan, devleti, denetleme sistemlerini de içinde barındıracak bir yönetim sistemine kavuşturmaktır. Halk oyunu versin, oyunun olumlu - olumsuz bedelini de kendisi üstlensin.
Başkan ya da Cumhurbaşkanı, la yüs’el olmasın, denetimsiz olmasın, hesap verebilsin, istişare mekanizmaları bulunsun, başkanı bağlayacak kriterler kayıt altına alınsın, otokrat olmasın, diktatör olmasın vs...
Bütün bunlar konuşulabilir. Konuşulmalı.
CHP bunu yapmıyor. CHP’nin tavrı “Tayyip Erdoğan isterse on yıl fiili olarak başkanlık yapsın” tavrıdır. İşte bunun için de kısırdır, akıl dışıdır.