Kar yağınca hep aynı hikâyeyi anlatırdı Muhlis Dayım. Aslında kar yağınca herkeste az çok bir kısım hatıralar canlanıyor herhalde.
Muhlis Dayım ile aynı avlu içinde oturuyorduk. Ve işin aslı sadece kar yağdığında değil her vesile ile hatıralarını anlatırdı Muhlis Dayı. Ama dedim ya kar yağınca anlattığı hep aynı hikâyeydi.
Hikâyeye geçmeden evvel Muhlis Dayımdan birazcık bahsetmek isterim. Kendisi İstanbul’da hâlâ faaliyet gösteren bir traktör fabrikasından emeklidir. Çoluk çocuğu yoktur. Mutsuz geçen iki evliliği neticesinde kadınlar ve hayat konusunda epeyce aforizma biriktirmiştir. Emekliliğini memleketinde geçirmek istemiş ve göçmekten yorulmuş koca leylekler gibi gelip avlumuza konmuştur. Annemin dayısıdır ama biz de dayı olarak biliriz.
Gelelim Muhlis Dayımızın kar yağınca anlattığı mühendis hikâyesine. Bakın hatıra değil de hikâye diyorum çünkü her seferinde eklemeler çıkarmalar yapardı Muhlis Dayımız. Canı sağ olsun ne de olsa hikâye de hatıra da onu, eklesin çıkarsın. Biz dinlemeye razıydık. Televizyonla büyümüş bebeler hatıra anlatan ihtiyar kişinin ne kıymetli bir emanet olduğunu bilmez. Neyse lafı uzatmayalım.
Karlı bir kış günü fabrikada toplantı yapılmış. Bundan sonrasını Muhlis Dayım anlatsın. “İşçi kısmını sürekli meşgul etmezsen fitne çıkar. Bu toplantı işini Japonlar belletmişler bizimkilere. Japonlar toplantı yapmadan duramaz. Bizimkiler de onlardan huy bellediler ha bire toplantı yapıyorlar. Böyle bir karlı günde işçi zaten üşümüş bir de soğuk yemekhanede toplantı yapılacak dediler. Moralimiz çöktü. O bozuk moralle yemekhaneye vardık. Neymiş efendim Almanya’dan bir mühendis gelmiş, böyle uzunca boylu, gözünde gözlük, eli cebinde bir adam. Hayır bu kadar işçi toplanmış onların karşısında eli cebinde durmak nedir yani? Ama Almandır usul erkan bilmez gerekirse biz belletiriz diye ses çıkarmadık. Alman konuştu bizim mühendisimiz çevirdi. Bu adama göre biz makinaları yarım kapasite çalıştırıyormuşuz. Tam kapasite çalışsa daha çok traktör çıkarmış makine hattımızdan. İşçide bir homurtu oldu. Elin Almanı gelmiş yarım çalışıyorsunuz diyor mesela. Bu laf bize dokundu işçiler olarak yıkıldık. Alman mühendis attı tuttu biz de dinledik. Yemekhane soğuktu ama Alaman mühendisin lafları daha soğuktu. Ya sabır çektik.
Toplantıdan sonraki günlerde Alman mühendis önde üç genç mühendis arkasında tüm tezgahları gezdiler. Benim tezgaha sıra gelince eli cebinde konuşmaya başladı. Ben tercümana dedim ki benimle konuşurken elini cebinden çıkarsın yoksa dinlemem.Alman mühendis şaşırdı. Kötü oldu. Kızardı bozardı. “Hürmetsizlik etmek niyetinde değilim” demiş tercümana. Ben de çok üstüne varmadım, ne de olsa misafirdir fabrikamızda diye. Neyse “buyursun ne diyor bakalım” dedim. Alman konuştu bizim genç mühendis çevirdi. Güya ben tezgahı onun dediği gibi çalıştırırsam benim tezgahtan çıkan malzeme iki katına çıkarmış. Ama söylediği şey olacak iş değil. Ben kendi tezgahımın ciğerini bilirim. Öldürsen Alman mühendisin dediği gibi çalışmaz. Ben itiraz ettim “O şekilde olmaz” dedim. Alman mühendis de itiraz etti “olacak” dedi. Olurdu, olmazdı derken yan tezgahlardaki içi arkadaşlar da başımıza birikti. Usta başları mühendisler derken bizim Alman mühendisle olan iddialaşmamız fabrikaya mesele oldu. Ben tezgahı kendi bildiğim gibi çalıştırdım. Mühendisler not aldılar sekiz parça iş çıktı. Sonra da Alman mühendisin dediği gibi yaptık altı parça iş çıktı. İşçi arkadaşlar da alkış kıyamet. Ben Alman mühendisi sırt üstü yere çalmış pehlivan gibiydim. Alman mühendis bozuldu. Kıpkırmızı oldu. Sonra gerisin geri çekti gitti. Fabrikanın sahibine bu durum anlatılmış. Patronumuz hiç babacan bir adam değildi. Aksine titiz, pimpirikli, kılçık bir adamdı. Benim hadiseyi duyunca köpürmüş. “Ben bu Alman mühendise kucak dolusu para veriyorum bu nasıl iş? Çağırın ustayı aynı şeyi bir daha yapsın usta haklı çıkarsa gönderin gitsin Alman mühendisi. Ustayı da usta başı yapın maaşını artırın” demiş. Ben o zamanlar gencim haber bana gelince gurur meselesi yaptım. Ben şov adamı değilim işime bakarım “Alman mühendisle bir daha yarışmam” dedim. Usta başı bana kızdı. “Saçmalama seni işten atarlar kalırsın ortada” dedi. “Ben işten atıldığıma üzülmem. Alman mühendisle bir daha meydana çıkamadılar derlerse o zaman yanarım. Bu artık bir memleket meselesidir benim için” dedim.
Yarışma saati geldi. Tüm fabrika başımıza birikti. Ben önce Alman mühendisin dediğini yaptım. Saydık altı parça iş çıktı. Alman mühendis kafasını kaşıdı. Anlamaya çalıştı. Neyse sıra bana gelince ben askerden bellediğim hazır ol vaziyetine geldim. Patrona bir selam çaktım. Ben tezgahı kurmadan evvel “bir maruzatım var” dedim. Patron “Maruzat ne demekti” deyince ben bozuldum. “Bir şartım var” dedim. “Neymiş” dediler. “Ben kazanırsam Alman mühendis fabrikada dolaşırken elini cebinden çıkaracak” dedim. Alkış koptu. Patron da güldü. Alman mühendise tercüme ettiler adam bozuldu. Sonra şartımı kabul etti patron. Ve ben tezgahı kurdum yine sekiz parça iş çıktı. Arkadaşlar beni omuzlarına aldılar. Fabrikayı dolaştım omuzlarda. O günden sonra Alman mühendis eli cebinde hiç gezemedi. Zaten çok sürmedi iki ay sonra da gönderdiler Almanya’ya...”
İşte Muhlis Dayımın kar yağınca anlattığı hikâyesi böyleydi. Bize düşen anlatmaktı anlattık. İnşaallah kış günü bir hoş muhabbet olmuştur vesselam...