Bir kaç aydır soğuk algınlığı, grip vakaları arttı. Bizler de babamla birlikte nasibimizi aldık bu yılki son hastalıklardan. Babam her hastalandığında ruhum kışa giriyor, yollarımı kar kesiyor, tipi burgaçları kalbime saplanıyor. Aralık ayından eskiden beri korkarım, çünkü ölümler ülkesine aralanır hayatın gergin kapısı... Bir zamanlar annem yatıyordu, babamın şimdi uzandığı şu yatakta. Pencerenin önünden avuçlayabildiğim kadarıyla anneme bir kartopu yapışım geliyor aklıma, son günleriydi, çok hastaydı, ama nasıl da son bir heyecanla sevinmiş, neşelenmişti... Babam derin öksürükler arasından sakinleşip, biraz uyuduğunda, sessizce eski kitaplarıma gidiyor ellerim, işte Ahmet Muhip Dranas ve Türk şiirinin en nazenin örneklerinden diyebileceğim; 'Kar' şiiri... Kar sanki üstümüze yağıyor babacığım...
'Ayrılıkla ilgili bir kelime söyleyiniz bana' desem, ilk aklınıza geleceklerden birisidir; hüzün...
Bu yüzden Ahmet Muhip Dranas'ın 'Kar' şiirini okurken, hasretler hüzünlere, hüzünler elvedalara karışır ruhumuzda... Kardır yağan üstümüze geceden diye içlenirken şair, nereden bakmaktadır yağan kara? Bir iskeleden mi, bir pencereden mi, bir vapurdan mı, otobüsten mi bakıyordu yağan kara, nereden yağıyordu o kar? Nereden yağıyordu o hüzün, o ayrılık?
Kar, sırt üstü yere uzanmış bir şairin kalbinin içine yağıyordu diye düşünürüm, 'Kar' şiirini her okuyuşumda. Aslında bu bir tür meydan okuma da değil midir? Kara yatmak kaç kişini kârıdır? Belki; çocukların, belki şairlerin ve belki de en çok da kabristanda uyuyanların... Bu şekilde cevaplayınca, ilk bakışta bir meydan okuma gibi duran, karda yatmak fikri, aslında içinde gizli, mütevekkil bir boyun eğişi de taşır diyebiliriz.
Kar, pürüzsüz bir gök maviliğinde dörtnala yağan kar, Ahmet Muhip Dranas'ın şiirinde, aslında bizi kuşatan kaderin ta kendisidir...
Ve her kar yağışı başladığında nasıl arar isek sevdiklerimizin sesini, o sesler ki, yıllar içinde oydukları alışkanlık kuytularında bizleri avutan tınılardır, kar yağarken, şiirin de söylediği gibi, insan sevdiklerinin sesini sorar... Eski şarkılar gelir akla, eski fotoğraflar, eski şiirler, cümleler, yaşanmış solgun anılar, yaşanmışlıklardan kat be kat fazla yaşanamamışlıklar... Eski Anadolu'nun höyüklerinde dolaşan gamlı ve ince bir rüzgardır belki yağan karın hatırlattıkları, o herkesi terk etmiş kısık rüzgarın kayadan kayaya başını vururken inleyip ağlayışıdır belki karın sesi... Kar, eskidiğini sandığımız tüm yaralarımızın, kabuklarını kopartır o narin parmak uçlarıyla. Ve kalbimiz o eski sesleri arar, vaktiyle ruhumuzu dolduran o güzel sesleri...
Bembeyaz bir uyku gibidir kar... Bizi ve yaralarımızı uyutan bir anne ninnisidir, o ninni ki üstümüzü örtüp, hakikat yolculuğunun düşlerine taşır hepimizi... Allah aşkına, gök, deniz aşkına yağar kar şairin dediği gibi...
Dünya hayatı, kısacık bir rüya kadardır ve gelip geçer, yüzü buğulanmış bir ayna gibidir geçen ömür. Ve karlı göğe doğru, hüzünle uzanan o tek ve tenha kamış – Mevlana Rumi'nin şiirlerinden kopup gelmiş gibi adeta - gölün kıyısında tek ve tenha, bir başına duran o kamış... Kalabalığın, işin gücün, hay huyun, gürültünün, yalanın, dolanın arasında, ne kadar da yalnızlığımızın tertemiz hikayesidir...