Pazartesi günkü Milli Güvenlik Kurulu toplantından sonra yapılan yazılı açıklamada şöyle bir cümle vardı:
“Ülkemizde, bölgemizde ve dünyada meydana gelen gelişmelerin milli güvenliğimize yönelik tesirlerinin tüm yönleriyle değerlendirilmesi suretiyle hazırlanan Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi görüşülmüş ve uygun bulunmuştur”.
Bu bir cümle 1990’lı yıllarda gündeme gelen, 28 Şubat sürecinde ise çok ses getiren Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’yle ilgiliydi.
KimilerinceKırmızı Kitap olarak, kimilerince ‘gizli anayasa’ olarak nitelenen bir metinden bahsediyoruz.
Rahmetli Özal’ın Müsteşarlığını da yapan rahmetli Hasan Celal Güzel’in, “Bu, anayasa büyüklüğünde kabı kırmızı olan 'Milli Siyaset Belgesi'dir. Bu kitabı devlete ancak müsteşar olduktan sonra görürsünüz. Kırmızı Kitap bakanlara verilmez, müsteşarlara verilir. Çünkü devletin asıl sahibi bürokrasidir, bakanlar değildir” gibi sözlerle değerlendirdiği bir Belge…
Bu sözler bir tepkiyi yansıtıyor. Bir belgeyi, meşru anayasadan bile etkili gören vesayetçi anlayışa dönük bir tepkiyi…
Bir dönem üzerinde fırtınalar estirilen MGSB haberlerinden, bugün rutin ve doğal akışı içinde ele alınan MGSB haberlerine şahit oluyoruz.
Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin Türkiye’nin ulusal güvenliğiyle ilgili tehdit/çıkar perspektifini yansıttığı söyleniyor.
Haberlerden anladığımız, olması gerektiği gibi Bakanlıklar ve ilgili kurumlarca çalışılan bu konunun, MGK tarafından görüşülerek uygun bulunduğudur.
Benim asıl vurgulamak istediğim konu, daha önceki zamanlarda büyük sansasyon oluşturan bu işlemin son derece normal bir şekilde gerçekleşmiş olmasıdır.
Bunun sembolik anlamı, asker-sivil ilişkilerinin normalleşmesini ifade eder.
Odak noktası işleyiş ve işlemden işe kaymış durumda. Devlet işleri de, işleyiş ve işlemleri de demokratik normlar çerçevesinde hayat buluyor.
Erdoğan döneminde sessiz devrim diye nitelenen sayısız demokratik reform yapıldığını ve son yıllarda asker-sivil ilişkilerinde ciddi bir normalleşme yaşandığını biliyoruz.
Artık, YAŞ ve MGK üzerinden sivil/siyasi iktidarın kontrol edilmeye çalışıldığı eski Türkiye yok.
Başbakan ile kendisine bağlı Genelkurmay Başkanı arasında haftalık görüşmenin bile olmadığı bir Türkiye’den Genelkurmay Başkanlığının Milli Savunma Bakanlığına bağlandığı bir Türkiye’ye geçildi.
Bir zamanlar Kuvvet Komutanlıklarında gerçekleşen devir teslim törenleri, harp okullarındaki mezuniyet törenleri, bir şekilde askerlerle sivillerin bir araya geldiği toplantılar tansiyon üretmeye namzetti.
Askerlerin yaptığı konuşmaların satır aralarında özel anlamlar, imalar, atıflar aranırdı.
Hele MGK günleri heyecanlı bekleyişlere sahne olurdu.
Milli Güvenlik Kurulu’nun güvenlik konuları ve can alıcı sorunlar karşısındaki değerlendirmelerinden çok içe dönük bir sıkıntı yaşanıp yaşanmadığı merak konusu olurdu.
Bugün ise birbiriyle değil, ülkenin sorunları ve gerçek meseleleriyle uğraşan bir anlayış hâkim.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın en büyük başarılarından birisi bu normalleşmeyi sağlamış olması, devlet kurumları arasındaki uyumu gerçekleştirerek ortak hedeflere ve meselelere odaklanan bir anlayış/işleyiş sağlamasıdır.
Normalleşme demek de zaten, sorun yaşanmayan ideal forma ulaşmaktır, işlerin olağanlaşmasıdır.
Bugün normalleşmenin kanıksanmış olması da ayrı bir normalleşmedir.