Sanılanın aksine, akıldan önce duygular kirlenir.
Merhamet duygusunu kaybetmiş bir toplum, kirlenmiş bir toplumdur. Muhabettin olmadığı yerde kirlilikten oluşan sis bulutları iyi ve güzel olan ne varsa hepsini zamanla yutar ve geriye "kılçık niyetine" esamesini bile bırakmaz.
Kirlenmenin en büyük kriterleri, çalıp çırpmak, soyup soğana çevirmek ya da başkasının malına mülküne ırzına göz dikmek değildir. Bunlar en son evrede ortaya çıkan şeytani iblisli sonuçlardır.
Temizliğin aynası “öteki”dir. “Öteki”nin aynasında suretimizin gülümseyen ifadesini koruduğumuz müddetçe korkulacak bir şey yoktur. Ama “öteki”nin suretinde kaybolmaya başlayan yüz ifademiz kirliliğin ilk çan sesidir; kirliliğin alarm zili çalmaya başlamıştır.
Unutmayın; hepimiz kendimizi “öteki”nden ödünç alan varlıklarız. Bizi tanımlayan, tarif eden, bir dile sahip olmamızı sağlayan “öteki”lerin varlığıdır.
Bir an için, bir adada yalnız başınıza yaşadığınızı hayal edin. “Öteki”nin olmadığı koşularda bir yüze sahip olmayı bile önemsemezdik. Bir sese, o güzelim kelimelere sahip olan dile ve bizi insan yapan diğer o şahane bütün duygulara ihtiyaç hissetmezdik. Biyolojik bir varlık olarak sadece yemek yeme, uyuma ve belki de sadece barınma ihtiyacı için, kılımızı kıpırdatmak zorunda kalırdık.
Sevgi olmazdı. Zevk olmazdı. Dayanışma olmazdı. Dostluk, arkadaşlık olmazdı. Şiir olmazdı. Edebiyat, sanat olmazdı. Uzatmama gerek yok; her sabah yüzümüzü bile yıkamamıza gerek kalmazdı.
Unutmayın; en derin kişisel tatminler bile ancak “öteki” var olduğunda, “öteki”nin üstünden yaşayabildiğimiz duygulardır.
“Öteki”nin varlığı hayatımızda bu kadar büyük bir yer ve değere sahipken, şimdilerde neden “öteki”ni bir paçavraymış gibi ayaklarımızın altında paspas yapmaya hazırlanıyoruz?
Neden “öteki”nden sevgimizi esirgiyor, ona merhamet duymayı reddederek hayatlarını karanlık zindanlara çevirmeye çalışıyoruz?
Unutmayın; herkes sevginin ne anlama geldiği meselesinde, ya da kendini gerçekleştirmenin koşullarının ne olması gerektiği bahsinde, ya da hangi erdemlerin daha önemli veya daha değerli olduğu konusunda, ya da hangi siyasal modelin daha iyi yaşam koşullarını garanti edeceği sorununda hemfikir olmayabilir. Bu makul, çünkü herkes bir parça kendi kişisel tarihinin ürünüdür ve sonuç olarak bizden farklı bir mana dünyasından gelir.
Çok parçalı, özelleşmiş ve çok çeşitli olan modern varoluş biçimi, her soruna aralarından basitçe bir seçim yapmamızı güçleştirecek oranda, çok fazla çözüm biçimiyle bizi baş başa bırakır. Böylesi bir durumda doğru olanı isabetli bir tercihle bir çırpıda teşhis etmek ve ondan yana bir tutum almak çok zor olur.
Sırf bu nedenlerden ötürü daha merhametli, daha sevgi odaklı, daha hoşgörülü olmak gerekmez mi?
“Öteki”ne tahammülü olmayan toplumların geleceği olmaz.