Kipkirli hem de..! “Ya adam gibi gider. Ya da gitmek zorunda kalır... Gider abicim, gider” diyen Zaman Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı’dan sonra bu kez Paralel Medya, şehit polisin ağızından uydurma vasiyet yayınladı.
Neymiş? Şehit polis vasiyet yazmış.
“Şehit olursam cenazeme ne cumhurbaşkanı ne başbakan gelmesin” demiş..!
Falanmış, filanmış...
Kirli algı operasyonunun en kirlisi yani.
Türkiye’nin demokrasisine... Türkiye’nin özgürlüğüne... Türkiye’nin bağımsızlığına yönelik içeriden ve dışarıdan şiddetli bir abluka başlamışken...
Bu ablukayı PKK terör örgütü ile kirli bir savaşa dönüştürmüşlerken...
Bu kirli terör faaliyetleriyle mücadelede moral değerleri aşağıya çekmek ve zaafiyet oluşturmak için Paralel Yapı girdiği kirli ittifakın gereğini yerine getirmiş yine.
“Şehit vasiyetinde, cenazeme gelmeyin demiş” diyerek...
Yalan!
Yalan bunların genetiğinde var.
Bu burada bir dursun.
Aydın Doğan’ın adamları
Aydın Doğan’ın Hürriyet gazetesinin bir zamanlar mavi gözlü bir yazarı vardı. Ankara Cinnah sakini. Dönemin Başbakanı Ecevit için dost meclisinde bile söylenmeyecek türden ifadeleri Hürriyet’te yayınlamıştı. “Uzamış tırnak”, “Pis ten”, “Beslenmemiş vücut” gibi.
Yine aynı gazetenin bir zamanlar başyazarı olan Oktay Ekşi’nin de Ak Partililer için kullandığı “Bunlar analarını bile...” diye başlayan ağır ithamını da hatırlıyoruz.
Son vukuat Hürriyet’in eski Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’ten geldi. Aslında herifin her tarafı vukuat... Her yazdığı fecaat!
Lakin bu kez Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedef alan alçakça ifadeleri yenilir yutulur cinsten değil.
Bu da burada dursun.
Star’ın önemli yazarlarından Ahmet Taşgetiren geçtiğimiz hafta iki önemli yazı yazdı. Bunlardan bir tanesi Ekrem Dumanlı’nın cüretkarlığını nereden aldığına dairdi. Ayrıca Paralel Yapı’nın CIA ve MOSSAD ile olan iç içeliğini Zaman’dan bir başka yazarın yazısına atıf yaparak izah etmişti.
Bir diğer yazısı ise Suriyeli çocuk Aylan’ın kıyıya vurmuş ceseti üzerinden tezvirat ve hakaret yağdıran Ertuğrul Özkök’e yönelikti.
Sonuçta iki ismin de bir yerlerden aldıkları cesaret ve talimat ile aynı noktaya saldırmalarının tesadüf olmayacağını söylüyordu Taşgetiren.
Bu da burada dursun hele.
Mütareke Basını
Bir de Akın İpek’in şirketlerine yönelik mali baskın üzerine “Özgür basın susturulamaz” bahanesiyle saf tutanları gördük geçen hafta.
Bütün bunlar bir tek tanımı var: MÜTAREKE BASINI!
Yerli olan ne varsa aşağılayan. Yerli ne varsa horlayan. Ve dünya egemenleri karşısında hiçbir sözümüzün, hiçbir direncimizin olamayacağını bize vaaz edenlerin dünün “Mütareke Basını”ndan ne farkı var?
Vikipedi’de Mütareke Basını bakın nasıl tarif ediliyor:
“Mütareke Basını, Mondros Mütarekesi zamanında Milli Mücadele aleyhinde yayın yapan basına verilen ad.
Mütareke basını Ali Kemal, Refi Cevat Ulunay, Sait Molla, Mustafa Sabri Efendi, Mehmet Asım gibi gazeteci ve yazarların milli mücadelenin verilmesine karşı olan tavırlarını ortaya koydukları basına daha sonradan verilmiş isimdir.
...Türk milletini Anadolu’da yaşayan sadece tarım ve hayvancılıkla uğraşan, tahsili ve bir zanaati olmayan köylüler olarak tanımlayarak bu insanların Düvel-i Muzzama karşısında varlık gösteremeyeceğini bu yüzden büyük devletlerle Mondros Mütarekesi çerçevesinde sürdürülen dostane ilişkilerin doğruluğunu savunurlar.”
Şimdi gelin isterseniz, Ali Kemal’in yerine, Ertuğrul Özkök’ü, Sait Molla’nın yerine Ekrem Dumanlı’yı koyun.
Var mı bir farkları?
Dünün Mütareke Basını bugün Paralel Medya ve Aydın Doğan medyası olarak karşımızda duruyor.
“Son İstiklal Savaşı” dediğimiz günler yaşıyoruz.
“Ya İstiklal ya izmihlal” dediğimiz günleri yaşıyoruz.
“Anadolu’ya hapsedilen bir milletin, yeniden Anadolu’dan taşması gerektiği”ni söylediğimiz günlerden geçiyoruz.
Ve karşımıza, milli olan ne varsa yok eden. Değerlerimizi hızla erozyona uğratan medya çıkıyor.
12 Eylül’de ‘Haydi bi daha’
Ak Parti 12 Eylül’de kongreye gidiyor. Başbakan Ahmet Davutoğlu 2001 ruhuna dönüş yapacağının altını çiziyor.
Bu ruhun ne olduğunu biliyoruz: “Erdem.”
Peki Ak Parti başka ne ifade ediyor?
Bana göre “yerlilik” ortak çatısı altında bir araya gelenlerin partisi Ak Parti.
Yani aslında bir koalisyon. Bu koalisyon, yelpazenin sağından ve solundan “yerlilik” çatısı altında bir araya gelen “erdemli siyasetçiler”den oluşuyordu.
7 Haziran seçimlerine Ak Parti ilk kez kriterlerini değiştirerek gitti ve iktidarı kaybetti.
Şimdi 12 Eylül’de kongrede “öze dönüş” sinyali veriliyor.
Ben Ak Parti’ye “Haydi bi daha” kendi değerlerine ve gerçekliğine dön diyorum.a