Kırım tatarlarının anavatanının tarihte ikinci defa Ruslar tarafından ilhak edilmesinin sonuçları hem bölge ve dünya dengeleri bakımından hem de Türkiye’nin çıkarları bakımından önemli olacak. Kırım Türklerinin temel insani haklarını ve milli varlıklarını korumak için önlerinde iki yol var. Ya sivil direniş ve diplomasi ya da silahlı mücadele. İkinci yolu tercih etmeyecekleri muhakkak. Yani mesela Çeçenlerin yaptıklarını yapmayacaklar. Ama Kırım’dan iki asır önce Rus işgaline girmiş olan Kazan Tatarlarının yaptığı kadar bir uzlaşmaya yönelmeleri de beklenmemeli. Çünkü hem artık dünya değişti hem de Kırım’ın ve Kazan’ın coğrafi konumlarından dolayı imkânları ve şartları birbirinden çok farklı.
Elbette barışçı bir sivil direniş hareketi sürdürülecek. Kırım Türklerinin kahraman lideri Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu’nun bütün hayatı boyunca yaptığı gibi... Kırım Tatarlarının temel haklarına yönelik kısıtlamalar ve benzeri antidemokratik müdahaleler olduğu takdirde haklarını aramak için gösteriler, yürüyüşler ve sivil itaatsiz yöntemleri devrede olacak her daim. Ama bunun yanında sert bir diplomatik faaliyet de yürütülecek eskisinden farklı olarak.
Rusların Kırım ve Ukrayna’ya yönelik oldubittisini sindirmeyen Avrupa ülkeleri ile Rusların jeopolitik hamlelerinin küresel düzeydeki neticelerini tedirginlikle hesap eden Amerikalıların bu süreçte Kırım Türklerinin milli davasının uluslararası zeminde dile getirilmesine destek vermeleri kolaylıkla temin edilebilir. Ne var ki öncelikle Türkiye’nin bu konuda üstleneceği rol önemli. Türkiye hem Kırım’daki kardeş halkla arasındaki tarihi ve kültürel bağ sebebiyle ahlaken bu davaya destek vermek durumunda hem de kendi çıkarlarına ve hatta varlığına yönelik geleneksel jeostratejik tehditleri mümkün olduğunca etkisizleştirmeye çalışma zorunluluğu yüzünden...
Türkiye ne yazık ki geçmişte etkili bir “Kırım politikası” ortaya koyamadı. Sovyetlerin dağılmasının ardından oluşan boşlukta Kırım Tatarlarının anavatanlarına dönüşlerine yeterli destek sağlanamadı sözgelimi. Kırım topraklarına dönen insanların burada karşılaştıkları ekonomik zorlukları aşmaları yolunda ciddi ve makul projeler geliştirilmesi gündeme hiç gelmedi. Türkiye’deki sivil toplum kuruluşlarının buradaki kardeş topluluklara yönelik ilgisi ise çoğunlukla stratejik bir temele dayanmadığı için, kurban bayramlarında et ve sair zamanlarda ise dini kitaplar dağıtmakla sınırlı kaldı.
Yarım asır sonra geri döndükleri ata topraklarında geçmişte sahip oldukları her şey Ruslara verildiği için evsiz barksız kalan, şehirlerin veya köylerin çevresinde oluşturdukları çadır kentlerde hayatlarını sürdürmeye çalışan insanların önüne sağlıklı ve sürdürülebilir bir gelecek planlaması yapılıp getirilemedi. Dolayısıyla geri kalan Kırım Tatarlarının anavatanlarına dönüşlerini teşvik edecek adımlar atılmasına ise sıra bile gelmedi.
Neyse ki Türkiye artık hem Kırım yarımadasının jeostratejik anlamı hem de bu coğrafyanın kadim sakinleri olan Tatar toplumuyla arasındaki tarihi ve kültürel bağ doğrultusunda daha sağlıklı ve makul bir bakış açısıyla yeni bir Kırım politikası geliştirebilecek durumda. Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Çankaya Köşkünde düzenlenen bir törende Kırım Türklerinin lideri Kırımoğlu’na takdim ettiği cumhuriyet nişanı sembolik anlamı itibarıyla önemli ve ümit verici bir adım olarak görülmeli.
Özellikle diplomasi alanında Türkiye’nin ön alıcı adımlar atması gerekiyor. Bu cümleden olmak üzere, Kırım Türkleri lideriMustafa Abdülcemil Kırımoğlu’nu Nobel Barış Ödülüne aday gösterme girişimlerine Türkiye de destek vermeli. Dünyada silaha başvurmadan sürdürülen belki de tek milli özgürlük hareketinin lideri olan Kırımoğlu herhalde Nobel Barış ödülüne en uygun adaydır. Dolayısıyla bu doğrultuda gerçekleştirilecek bir uluslararası kampanyanın başarı kazanma şansı az değil.
Üstüne üstlük Kırımoğlu haklı bir dava uğruna bile olsa masum insanlara zarar verecek bir silahlı mücadelenin İslam prensiplerine aykırı olduğunu söylüyor. Bu bakış açısı dünyanın çeşitli coğrafyalarındaki Müslüman toplulukların hak mücadelesini “cihadist” vb kavramlarla mahkûm etmeye çalışan batılı islamofik çevreleri de etkisizleştirecektir. Dolayısıyla zaten Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesine engel olamayan ve prestij kaybeden Batı dünyasındaki kamuoyu da Kırımoğlu’nun bu ödülü almasına olumsuz bakamayacaktır.
Evet, Nobel ödülleri esas itibarıyla Avrupa’nın elinde siyasi bir enstrüman. Ama bu gerçek ne batı dünyasında yürütülecek etkili bir kampanyayla Kırımoğlu’nun Barış Ödülü almasını sağlamanın imkânsız olduğunu gösterir ne de batılılar ödül verdi diye bunun ille de olumsuz birşey olmasını gerektirir.
Bu yolda sağlanacak bir başarı Türkiye’nin de prestiji olacaktır. Buna da ihtiyacımızın olmadığını söyleyemeyiz maalesef.