Kendi yaşadıklarımızın tozundan dumanından etrafımıza bakamadığımız için pek önemini fark edemesek de dün Kırım’da gerçekleştirilen sonucu önceden belli referandum bölge jeopolitiğinde ciddi bir kırılma anını temsil ediyor. Gösterilen tepkilere ve batıdan gelen tehditlere bakmayın. Rusya’nın Kırım ve Ukrayna konusunda nasıl bir tavır sürdüreceğini anlamak için haritaya bakın. Haritada Kırım ve Ukrayna’nın Rusların Karadeniz’e çevrili yüzünü büyük oranda bloke eden toprak parçaları olduğunu göreceksiniz.
Osmanlı’nın ve Kırım Hanlığının güçlü olduğu dönemlerde sadece Kırım yarımadası değil, bugünkü Ukrayna kıyıları başta olmak üzere Karadeniz’in kuzey kıyıları Türk kontrolündeydi. Çünkü Karadeniz’in kuzeyine hâkim olunamadığı takdirde Osmanlı’nın rahat ve emniyette olması mümkün olamazdı. Sonraki süreçte Osmanlı İmparatorluğu ve Kırım Hanlığı gerilerken Moskova’daki Rus Prensliği ise etrafındaki Türk topraklarını yavaş yavaş yutarak Kırım’a kadar ilerledi.
Bizim ortaokul ders kitaplarında okuyup ezberlediğimiz ve anlamadan ezberlenen her şey gibi artık espri konusu haline getirdiğimiz şu “Rusların sıcak denizlere inme politikası” var ya, aslında bu gerçekten ciddi bir mesele ve Kırım konusunu anlamak için anahtar niteliğinde.
Rusya esas olarak bir “kara devleti” ve uzunca bir süre uluslararası sulara erişim imkânı olmamış. Dünyaya erişim yolu olarak pek kullanışlı olmayan kuzey denizini saymıyoruz. Jeopolitikçilere göre kara devletlerinin dış saldırılara karşı savunulması daha kolay ama dünyaya erişiminiz kısıtlı olduğunda ne iktisadi ne de askeri bakımdan dünya gücü olamıyorsunuz. Dolayısıyla Rusların Karadeniz’e egemen olmaları gerekiyordu ki buradan İstanbul ve Marmara boğazları üzerinden Akdeniz’e ulaşmak mümkün olsun.
Biliyorsunuz, Ruslar 18. Yüzyılın sonlarında Kırım’ı ele geçirdiler. Ve buradaki varlıklarını kalıcı hale getirmek üzere bir dizi “önlem” almaya koyuldular. Bu tarihte nüfusunun tamamına yakını Türklerden oluşan yarımadada hızlı bir Slavlaştırma politikası başlatıldı. Baskı ve zulümler sonucunda Kırım Türkleri dalga dalga “ak topraklar” diye andıkları Osmanlı coğrafyasına doğru göçe başladılar.
Ne var ki bu tarihten yaklaşık 150 sene sonra bile Kırım’da hatırı sayılır bir Türk nüfus yaşamaya devam ediyordu. Son hamleyi Stalin indirdi. 18 Mayıs 1944 gecesi Kırım yarımadasında yaşayan Türk nüfusun tamamı trenlerin yük vagonlarına doldurularak orta Asya ve Sibirya bozkırlarına doğru yollandı.
Stalin yönetiminin bu zorunlu göç için ileri sürdüğü bahaneler kesinlikle gerçekdışıdır. Asıl mesele Kırım’ın jeostratejik özellikleri dolayısıyla yüzde yüz Slav nüfusla meskûn olması gerektiğinin düşünülmesiydi.
Bütün bu anlattıklarımızdan çıkarılacak sonuç şudur: Kırım’ın anlamı Büyük Petro için neyse Putin için de aynıdır.
Bugüne gelirsek, aslında ne olduysa Sovyetler Birliği’nin dağıldığı tarihten Rusya’nın yeni baştan toparlanmaya başladığı tarihe kadarki kısa sürede gerçekleşti. Bir taraftan Kırım Tatarlarının tarihi vatanlarına dönüşleri mümkün oldu. Çünkü Kırım 1954’den itibaren Ukrayna toprağıydı. Rusya’ya ait olsaydı bu mümkün olmazdı. Diğer yandan Sovyetlerden kopan bütün milletlerin kendilerine yeni bir muhit aradıkları dönemde Ukraynalılar da Avrupa ailesine katılmak istediler. Amerika da bunu hararetle destekliyordu. Ama Avrupa çeşitli sebeplerden bunu yapamadı. Bu olmayınca Ukrayna’nın etnokültürel kimlikleri su yüzüne çıktı. Kültürel ve dini aidiyetleri itibarıyla Rusya’ya yakın Doğu Ukraynalılar ve tabii ülkedeki ciddi Rus nüfus artık kendini yeniden toparlamaya başlamış Moskova yönetiminden yana bir siyasete yöneldiler. Kültürel olarak batıya yakın kesim ise tersini yaptı ve toplum keskin bir şekilde bölünmüş oldu. Avrupa yanlıları Rus yanlılarının yönetimi ele geçirmesine izin vermeyince Moskova elindeki bölünme kartını masaya sürdü. Tamamı olmuyorsa asıl işime yarayan kısmını ayırıp alırım dedi. İlk etapta da nüfusunun çoğunluğu etnik Ruslardan oluşan Kırım’ı ele geçirdi. Olayın özeti bu...