Garip bir uğultu.
Anlaşılmaz sesler korosu gibi, o da değil galiba korku filmlerindeki katilin yaklaştığı anda çıkan korkunç çığlıklar gibi, ürpertici bir o kadar da insanı derinden etkileyen itici bir soluma sesi.
Yazmıyorlar, hakaret ediyorlar…
Konuşmuyorlar, aşağılıyorlar…
Söylemiyorlar, küfür ediyorlar…
Geleneklerimizde olmayan, kültürümüze yabancı, inancımızın asla kabul etmeyeceği, büyüklerimizden gördüğümüz, bildiğimiz ve kendimize örnek aldığımız terbiyenin dışında bambaşka bir saldırgan dil bu, sanki bu coğrafyaya ait değil daha çok bize yabancı bir kafanın enjekte ettiği bir davranış şekli bu. Aslında FETÖ'cülerin yıllardır kullandığı dilin çok benzeri bir dil bu. Gittiğimiz her yerde ayıplanan ve ne olur birilerinin buna dur demesi gerektiği haykırışlarıyla karşılaşmamızın nedeni bu olsa gerek.
Duymak istemiyorlar sadece kodlanmış boğa misali sürekli kırmızı rengi arıyorlar her yerde ya da kırmızıyı bulamadıklarında her rengi kırmızı görmeye başlıyorlar. Nasıl bir ruh halidir çözmek bir hayli maharet ister. Bir yere kadar anlayabiliyorsun çok şiddetli bir zaman diliminden geçti bu ülke ve dost görünen, saygınlığın doruğunu yaşayan kişi, kurum ve yapıların inanılmaz ihanetiyle karşı karşıya kaldık hep beraber. En son kanlı bir işgal girişimi ve ölümcül saldırısı oldu. Bu bile travma geçirmeye yeterli bir toplum için çok daha tehlikesi güven duygusunu yok etti. İnsanlar arasında kim kimdir tanımı artık belirsizleşti adeta kayboldu. Her an herkes her şey olabilirdi artık buraya kadar anlaşılabilir bir durum var, her şeye şüpheyle bakmak açısından ama bunun çok çok ötesi bir durumla yaşıyoruz artık.
Bu öyle bir şey değil.
Bunu kötü kullanma durumu söz konusu ve bundan bir kimlik bulma arayışı var sanki ve bu da artık acımasız bir dile dönüşüyor ya da freni patlak bir TIR misali önüne ne gelirse ya da ya ben ya da hiç kimse olmayacak anlayışı, düşüncesi, tavrı süre gelen ve bıktırıcı bir hal alan… En son Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın "Benim adıma yetkili kişi sözcümdür onun dışında fitne olur" çıkışıyla siyasetin en tepesinin müdahale etmesi gereken bir facia ile karşı karşıyayız.
Bunu yazarken bile her an şucu, bucu ile lince tabi tutulmak riski olmasına rağmen söylemek gerektiği inancındayım.
Kişilerin karakter ya da kişiliklerinden bağımsız bu zehirli dilin bir an evvel terk edilmesi gerektiği yoksa ödenmiş bu kadar ağır bedellerin derin bir kırılmayla karşılaşacağını söylemek için kahin olmak gerekmiyor. En son referandumdan çıkan yüzde 49-51 bandı bunun en somut işareti olarak görülmeli. Yok her şey yolunda diyorsanız mesele yok o zaman.
Ama siz de ben de çok iyi biliyoruz ki öyle tozpembe bir dünya yok. Sadece bir dakikalığına gözlerinizi kapatıp son bir haftada bile etrafımızda neler yaşandı diye bakarsanız daha çok düşman değil daha çok dost arayışının ne kadar da elzem olduğunu görürdünüz.
Yekpare bir dünya yok...
Yekpare düşmanlar yok...
Yekpare dostlar da yok...
Marifet dostlar yolunu inşa etmekten geçiyor. Yoksa etrafı dağıtmak için emek sarf etmeye gerek yok. Bunun için de akla ihtiyaç bile olmaz.