Bunalınca, sıkılınca, sabrım taşınca, üzücü haber alınca, kararsız kalınca ilk iş kitaplara sarılırım... Dün de böyle bir gündü, elimi kitaplığa attım Albert Camus’nün “Denemeler”i geldi. Say Yayınları’ndan çıkmış, 1989 basımı Sabahattin Eyüboğlu - Vedat Günyol çevirisi. Şöyle bir göz gezdirirken aşağıdaki cümle çarptı yeniden: “Karşılıklı konuşma olmayan yerde yaşam da yoktur.” Devam ettim okumaya: “Ve dünyanın büyük bölümünde bugün karşılıklı konuşmanın yerini tek yönlü çatma almış, diyaloğun yerini polemik tutmuştur. XX. yüzyıl tek yönlü çatma ve kötüleme çağıdır. Uluslar ve tek tek insanlar arasında, eskiden pir aşkına görülen işlerde bile, bugün, çatma konuşmanın yerini almıştır. Gece gündüz, binlerce sesin, tek yanlı bağrışmaları, ulusların üstüne aldatıcı sözler, taşlamalar, savunmalar, coşkunluklar yağdırmaktadır”.
21. yüzyıla girip de o binlerce sesin milyonlara ulaşıp evimizdeki telefondan, masamızdaki bilgisayardan, elimizdeki telefondan bağrışmasını görse ne diyecekti acaba Camus? Kötülüğün prensibi aynı! “Karşındakine düşmanmış gibi bakacaksın, onu basitleştirecek, hiçe sayacaksın, yani görmek bile istemeyeceksin. Kötülediğin kimsenin artık gözünün rengini bile bilmez olacaksın. Hiç güldüğü olur mu, gülerse acaba nasıl güler diye düşünmeyeceksin. Polemik yüzünden çoğumuzun gözünü perdeler bürümüş, artık insanlar arasında değil, bir gölgeler dünyasında yaşıyoruz.”
***
Etrafımızı saran şiddete, hepimizi “İnsan değil bunlar!” diye isyan ettiren cinayetleri işleyenlere, çocuklarımıza kıyanlara bakınca koyu bir karanlığa gömüldüğümüzü de hissediyoruz. Camus devam ediyor bilge sözlerine:
“Bugünün tarihi ise yıldırmadan başka bir şey bilmiyor. İnsanlar, ortak bir şeyleri olduğu ve bir şeyde her zaman buluşabilecekleri düşüncesiyle yaşar ve ancak bununla yaşamasını bilirler. (...) Toplama kamplarının bir kurbanının, kendisini çamura atanlara bunu yapmamaları gerektiğini anlatmasına olanak yoktu, hala da yok. Çünkü bunu yapanlar, artık insanların değil, bir düşüncenin adamıdırlar. Bu düşünce de yumuşamak istemeyen bir istemin buyruğundadır. İnsanlara boyun eğdirmek isteyenin kulağı sağırdır. Onun önünde ya dövüşeceksin ya öleceksin. İşte bu yüzden bugünün insanları korku içinde yaşıyorlar. Mısırlıların ‘Ölüm Kitabı’nda doğru bir Mısırlının öbür dünyada temize çıkabilmesi için şunu söyleyebilmesi gerekirmiş: Kimseyi korkutmadım. Günümüzün büyükleri arasında, kıyamet günü, bu sözü söyleyecek adamı zor bulursunuz”.
Camus sanat ile çıkarıyor insanı gölgelerden: “Sanatın büyüklüğünü yapan her şey, böyle bir dünyaya karşıdır. Sanat yapıtı, yalnız varlığı ile ideolojinin utkularını hiçe sayar. (...)Politika ve sanat, dünyanın düzensizlikleri karşısında aynı başkaldırmanın iki ayrı yüzüdür. Her ikisinde de istenen şey, dünyayı birliğe götürmektir. Sanatçının davasıyla politika öncüsünün davası uzun zamandır birbirine karışmıştır. Bonaparte’ın isteği ile Goethe’ninki birdir. Ama Bonaparte liselerimize trampeti, Goethe ise ‘Roma Ağıtları’nı bırakmıştır. Ama tekniğe dayanan yapıcı ideolojiler ortaya çıkalı, devrimci fatih olmaya başlayalı iki yol birbirinden ayrılıyor. Çünkü, sağda da solda da fatihin aradığı, karşıtların uzlaşması demek olan birlik değil, ayrılıkların ezilmesi demek olan toptancılıktır. Fatihin dümdüz ettiği yerde, sanatçı ayrılıklar görür. İnsanın etini kemiğini, duygularını hesaba katarak yaratan sanatçı, hiçbir şeyin basit olmadığını ve kendinden başka insanların yaşadığını bilir. Fatihse kendinden başka türlüsünün yok olmasını ister. Onunki bir efendi - köle dünyasıdır, yani bizim şu yaşadığımız dünya. Sanatçının dünyası, diri bir çatışma ve anlaşma dünyasıdır. Hiçbir büyük yapıt tanımıyorum ki yalnızca kin üzerine kurulmuş olsun. Ama böylesi imparatorluklar biliyoruz”...
Kimseyi korkutmadım diyebilmek için adına okumaya, izlemeye, dinlemeye, gezmeye devam sanatçının dünyasında!