Kaç kere söyledim, yazdım. Bölgemizde, devletlerin sınırları ve hatta nüfus yapıları itibariyle kimsenin yeri garantili değildir diye. Her an her türlü değişiklik olabilir, oluyor. Bir bakıyorsun, iri kıyım bir devlet bir gecede küçültülmüş, sağından solundan kırpılmış, önce Osmanlı, Avusturya-Macaristan, sonra Sovyetler gibi. Adeta çoğuz doğurmuş bir ana gibi onlarca devlete bölünmüş. Hiç ummadığın bir anda, herhangi bir devletin içinin bir gecede boşaltıldığını görebilirsiniz, bir şirketin kasasını boşaltır gibi. Özellikle bizim (aslında bizim mi, değil mi şimdilik pek belli olmayan) bölgemizde. Bu günkü mevcut şartlarda yeri ve nüfusu garantili olan tek ülke de İsrail'dir. Çünkü İsrail, bölgenin merkezidir. Uzak ve yakın bölge, İsrail'e göre dizayn edilmektedir ve bu nerede son bulacağı belli olmayan bir süreçtir.
Daha doğrusu yüz yılı aşkın bir süredir, önce İsrail diye bir devletin kurulması, sonra bu devletin yaşaması, ardından yerinin ve nüfusunun garanti altına alınması için bölgemiz, her on yılda bir ameliyat masasına yatırılarak operasyonlara tabi tutulmuştur, tutulmaktadır. Yakın zamanlara kadar ülkemizde her on yılda bir darbe yapılması da bu çerçevede düşünülebilir. Nitekim İsrail'in etrafındaki devletlerin, her operasyondan sonra sınırları küçültülür, içleri karıştırılır ve nüfusları taşınırken, İsrail'in sınırları büyütülüp ve hatta ucu açık bırakılıp dışarıdan gerekli nüfus taşınmaktadır.
Bu iş, İsrail diye bir devletin kurulmasına zemin oluşturmak için Osmanlı'nın dağıtılması ile başladı. Sonraki adım, Hitlerin katliamı diye bir heyula ile ürkütülmüş Avrupalı Yahudilerin Filistin'e taşınmaları oldu. Bunun akabinde, uzak diyarlardan gelmiş Yahudilerin kendilerini güvende hissetmeleri için mizansen savaşlarla, silahsızlandırılmış bir halka karşı zafer hissi kazandırıldı. Bir süre sonra, ortadan kaldırılan Osmanlının bakiyesi bazı ülkelerin nüfus ve ekonomik açıdan fazla gürbüzleştikleri ve bunun da İsrail açısından bugün değilse bile, ileriki zamanlarda bir tehdit oluşturacağı hesap edilerek adı geçen ülkeler küçültüldü. Bu küçültme, Mısır'da olduğu gibi bölünme (önce Sudan'ın ayrılması, sonra Sudan'ın da bölünmesi) şeklinde, bazen Suriye'de olduğu gibi, içinin boşaltılması, yani nüfusunun dağıtılması şeklinde, bazen de Libya, Irak ve Yemen'de olduğu gibi iç çatışmalar şeklinde gerçekleştirildi.
Aslında süreç, İsrail'in yakın çevresinden uzak çevresine doğru gerçekleştiriliyor. O yüzden İsrail'in uzak çevresinde yer alan Türkiye ve İran gibi ülkeler de yakın çevredeki ülkelerin akıbetlerine uğrama tehdidi altındadırlar. Cumhurbaşkanı sn. Erdoğan'ın geçenlerde yaptığı bir konuşmada "arz-ı mevud" vurgusu yapması ve Türkiye'nin bir kısmının da bu sınırlara dahil olduğunu hatırlatması, Türkiye'nin bu sürecin farkında olduğunu göstermektedir. Tabi nasıl bir tedbir alındığını bilmiyoruz. Bildiğimiz şey, bölgenin İsrail'in lehine olmak üzere birtakım operasyonlara maruz kaldığı ve bundan sonra da kalacağıdır.
Temenni ederim ki İran Cumhurbaşkanı Reisi ile Dışişleri bakanı Abdullahiyan ve beraberindeki heyetin hayatlarını kaybettikleri helikopter kazası gerçekten kaza olsun. Aksi takdirde, yakın çevresinde, Hamas'ın şahsında sıkışmış durumda olan İsrail'in bundan kurtulması için, onun varlığını kendileri hesabına bir zorunluluk olarak gören güçler, Türkiye'nin de bir parçası olduğu İsrail'in uzak çevresini dizayn etme planını öne aldıklarını söyleyebiliriz.
Unutmamak gerekir, bugüne kadar bölgede yapılan, sebebini bildiğimiz ve bilmediğimiz her operasyon neticede İsrail'e yaramıştır.