Cumhurbaşkanı Erdoğan, G20 Liderler Zirvesi için gittiği Arjantin'in başkenti Buenos Aires'ten sonra Venezuela'nın başkenti Caracas'a geçmişti. Beraberindeki gazeteciler olarak biz de bu vesileyle Latin Amerika'nın İspanyol sömürgesinden ve sömürge yanlılarından kurtuluşunun simgesi olan Bolivar'ın, 2002'de ABD'nin darbe girişimine maruz kalan Chavez'in ve yine ABD'nin darbe girişimi ile mücadele eden Maduro'nun ülkesini az da olsa görme fırsatı bulduk.
Dünyanın en zengin petrol kaynaklarına sahip bu ülke, 2010 öncesinde yakaladığı yükselme trendini o tarihten bu yana kaybetmeye başladı. Muhaliflerin; kötü yönetime, ekonomik kazancın dar bir kesimin elinde dolaştığı tezine, iktidardaki Maduro taraftarlarının ise ABD'nin ambargolarına bağladığı mevcut durum Venezuela için bir çıkmaza işaret ediyordu. Bir haftadır Caracas'ta yaşananlar ve ABD'li yetkililerin konuya müdahale biçimleri, ikinci tezin haklılığını ortaya koyduğu gibi ABD'nin ekonomiyi nasıl da silah olarak kullandığını ve etrafında kendisine yarayışlı kukla yöneticiler istediğini de bir kez daha gösterdi. Ayrıca ekonominin kötü yönetimi, sandık dışı yollarla iktidar değiştirmenin gerekçesi olamaz.
***
Avrupa'daki din savaşlarından bu yana, devletlerin iç işlerinde egemen olduğu fikri uluslararası ilişkilerin sarsılmaz bir kaide olarak kabul edilir. Ama bu kağıt üzerinde böyledir. Uluslararası ilişkilerdeki bu egemenlik kaydı, yine başka bir prensibe, eşitlik prensibine dayandırılır. Tabii ki yine kağıt üzerinde. Ancak güçlülerin eşit olduğu, güçsüzlerin ise ekonomik kaynaklarını kullanımına açtıkları güçlü bir ülkenin himayesine girmek suretiyle ayakta kalabildikleri bir düzendir gerçekte olan. Sömürgecilik sonrası dönemde de değişmeden devam etmiştir bu.
Egemenliğin kayıtsız şartsız teminatı ekonomik güçtür aslında. Kendi doğal kaynaklarını ABD lehine kullanmak zorunda bırakılıyorsa bir ülke, bağımsız olamayan sadece o ülke değildir. Adına ambargo denilen mekanizmanın işletilmesi ancak ve ancak üçüncü ülkelerin buna razı olmalarıyla mümkün çünkü. İran'a ambargo kararında olduğu gibi...
***
ABD, Venezuela'ya bir kukla başkan atadı, kendi egemenliğindeki bir eyalete vali atarcasına. Sonra da geçici başkanı olarak Juan Guaido'yu tanıdığını ve ‘demokrasinin onarımı’ için Venezuela'ya ekonomik yardıma hazır olduklarını ifade etti. Kaz gelecek yerden tavuk esirgememek bunun da adı.
Akabinde ABD'nin zaten yörüngesine girmiş olan Brezilya (Malum ABD, Brezilya üzerinde de çok çalıştı ve 2010'da yüzde 56'ya 2014'te yüzde 52 ile Brezilya Devlet Başkanı seçilen ve bizdeki Gezi sürecinin benzeri kalkışmalarla yıpratılan Dilma Rousseff'i ve 2018'deki seçimlere girebilmesi halinde kazanmasına kesin gözüyle bakılan Lula'yı yine bizdeki 17-25 Aralık benzeri uyduruk yolsuzluk davalarıyla devirmeyi başardı) Kolombiya, Peru gibi ülkeler ve tabii İsrail çarçabuk kukla başkanı tanıdıklarını açıkladı.
***
İşler nereye evrilir, Maduro ABD destekli bu darbe girişimini yönetmeyi başarabilir mi, göreceğiz. 2010'dan bu yana yakınımızda cereyan eden Arap Baharı sürecinden aşinayız bu yaşananlara. Daha yeni ülkesindeki sokak gösterilerine en ağır şekilde müdahale eden Macron, ABD'nin desteğiyle kanlı bir darbe gerçekleştirmiş olan Sisi'yi ziyaret etti. Venezuela'daki kukla başkana desteğini açıklaması son derece normal. Suudi Arabistan'ın başına gelen de çok farklı değil.
Küba'nın teslim olması, Kolombiya'nın ABD'nin nezdinde gözde ülke konumuna yükselmesi, Brezilya'nın uzun zaman direnmesine rağmen düşmesi ve şimdi de Venezuela'da yaşananlar...
Şu demokrasi denen şeyin ekonomik ve askeri müdahaleleri meşrulaştırmak için kullanılan bir susturucu olduğundan şüphe duyan kaldı mı artık?