Kürt siyaseti, ‘Kiminle savaşırsan onunla barışırsın’ düsturuna inanıyor ve gelecekte barış için kurulacak müzakere masasına her iki tarafın ‘generallerinin’ yani birbiriyle savaşanların yer alacağını, ve barışın ancak bununla mümkün olacağını düşünüyordu.
Generallerin oturacağı barış masasına oturmayı kendine yakıştırma cesareti gösteren ise JİTEM’ in 1992’de Diyarbakır’da öldürdüğü Musa Anter’den başkası değildi.
Apê Musa, Kürt halkına verdiği emeğin ve mücadeleye adadığı ömrünün mütevazi bir karşılığı olarak belki, onun ifadesiyle söyleyecek olursak, ‘Kürt halkı eğer izin verirse, ‘generallerin oturacağı barış masasının bir kenarına oturmayı ‘ düşündüğünü Ragıp Duran’a ifade etmiş ve bu ifadeler ilgiyle karşılanmıştı.
O tarihte, birbiriyle savaşanların gün gelir de müzakere masası kurulduğunda o masaya sivillerin de dahil olacağı kimsenin aklına gelmiyordu.
Barış, birbiriyle savaşanların gelip bir masaya oturması gibi basit bir fikre dayanıyordu çünkü.
Celal Talabani’nin Cumhurbaşkanı Özal adına Bekaa’ya götürdüğü mesajın kendisi bile bu fikri öne çıkaran bir içeriğe sahipti:
‘Öcalan ateşkes ilan etsin, yeni bir süreç başlatalım. Bazı generalleri ikna ettim. Ateşkes olursa diğerlerini de ikna edebilirim.’
Özal belki de ‘diğer generalleri’ barışa ikna etmekle meşgulken, şüpheli bir şekilde hayatını kaybetti.
O tarihten sonra da Kürt sorunu, demokratik ve siyasi bir mecraya taşınmak bir yana, güvenlik ve istihbarat sektörünü bile karşı karşıya getiren, MİT’i, Emniyet’i ve Genelkurmay’ı soğuk savaş yıllarını hatırlatan tarzda birbiriyle mücadele etmeye zorlayan bir mesel olup çıktı .
Bu alana hakim olan, iktidar mekanizmalarına ve devlete kolayca hakim oluyordu.
Ordunun içinde bugün, üst ve alt kademede, geriye dönüşün mümkün olacağına, yani vesayetin geri döneceğine inananların sayısı ve gücü nedir acaba?
Daha doğrusu çözüm sürecini durdurmak yönünde bir talep var mı?
Hiç sanmıyorum.
Oslo ve öncesinde yaşanan bir takım provokasyonlardan farklı olarak-Mesela Silvan baskını hala aydınlatılabilmiş değil- çözüm sürecinin, ordu merkezli bir ‘müdahaleyle’ hemen hiçbir aşamada karşı karşıya kalmadığını biliyoruz..
Askerler, ise, sivil iradeye saygı gösterdiler, ‘konuşsanıza, müdahale etsenize daha ne duruyorsunuz’ tahrik ve taleplerine rağmen, susmayı tercih ederek, sürece destek verdiler. .
Ama bu suskunluk biraz manidar bir suskunluktu. Genelkurmay Başkanı yaptığı açıklamayla bu manidar suskunluğa ilk kez son vermiş görünüyor.
General Özel, ‘Bu mücadeleyi otuz yıldır biz sürdürüyoruz’ derken, elbette bir otuz yıl daha sürdürelim, yapılan iş yanlıştır demek istemiyor.
Biraz sitemde bulunuyor ve aslında çözüm sürecine ordunun yapabileceği ciddi kurumsal katkıları hatırlatıyor.
Bu katkılar gelinen aşamada sınırları ve karakolları, ‘kırmızı çizgileri’ korumaktan ibaret değil şüphesiz.
Bunlar elbette ordunun asli görevidir.
Kaldı ki, kırmızı çizgi dediğiniz, eğer Türkiye’nin üniter yapısı ve bölünmezliğiyse, bunda herkes hem fikir zaten. Öcalan’ın da Kürt halkının da ‘kırmızı çizgisi’ bu değil midir?
Bölünme korkusunu acaba kim daha derin yaşadı, Kürtler mi Türkler mi?
Öcalan’ın, Misak-ı Milli’ye sadakat ifade eden Newroz mektubu ve o mektubu o alanda alkışlayan Kürt halkı, Necdet Özel’den daha mı farklı düşünüyor acaba?
Şüphesiz hayır.
Ama her şeye rağmen, halkın, ‘biz bu savaşı neden yaşadık’ ve ‘çözüm sürecinde Türkiye’yi bekleyen nedir’ gibi sorulara geniş manada ve tatminkar cevaplar bulduğunu herhalde kimse iddia edemez.
Bunun olabilmesi için, sanatın, edebiyatın ve hakikatin hakim olacağı ciddi bir yüzleşme ve hesaplaşma yaşanması gerekir.
Çözüm süreci halkın içinde yaşamaya devam eden korkuları ve endişeleri yok etmek anlamına da gelir.
Sonra bizim çözüm sürecimiz, dünya örneklerine kıyasla, fazlasıyla ‘bize özgü’ bir süreçtir.
Bize özgü kurumların azami ölçüde desteğini almak ise, çözüm sürecine zarar vermez, tersine güç verir.
Unutmayalım ki, Kürt sorunu ve çatışma tarihi söz konusu olduğunda, ordu, ‘bize özgü’ kurumların başında gelir.
Barış elbette birbiriyle savaşan güçlerin de barışıdır, ve bu süreçleri siyaset kurumu yönetir, bu da doğru; ama savaşan tarafların ve bu savaşan tarafların yarattığı mağdurların yani, özellikle de acı ve yası paylaşılmamış olanların, barış sürecinde dışlanmış hissedenlerin, kendini manevi bakımdan içinde görmedikleri bir barış süreci de çok fazla hayalkırıklığı üretir.
Ruhsuz bir barış olur bu!
İçinde bulunduğumuz çözüm aşaması, belki de barışın ruhunu hep beraber aramaya çıktığımız bir aşama olacak.
Genelkurmay Başkanı Necdet Özel ve silah arkadaşları dahil barışa inanmış herkese yer var, endişeye mahal yok.