Geçen haftadan beri uluslararası kamuoyunun gündeminde, aralarında siyasetçilerin de yer aldığı bazı “yatırımcı”lara ait “offshore” hesaplarının medyaya sızdırılması olayı var.
Hikâye şu: Washington merkezli Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsoriyumu’nun (ICIJ) posta adresine gönderilen bir sabit diskin içinden tam 260 gigabyte büyüklüğünde yazışma ve belge çıktı. Aralarında 2 milyon adet elektronik posta mesajının da yer aldığı belgelerde çeşitli ülkelerden çok sayıda işadamı, sanatçı, politikacı ile bunların eş ve çocuklarının offshore bankalardaki hesapları ve vergi kaçırmak için kurdukları paravan şirketlere ait bilgiler yer alıyordu.
Yani daha önce bütün dünyayı şok etmiş olan “wikileaks” diye adlandırılan diplomatik yazışmaların sızdırılması olayının bir benzeriyle karşı karşıyayız. ICIJ tarafından dünyadaki belli başlı medya kuruluşlarıyla paylaşılan belgelerin toplamının Wikileaks’tekinden 150 kat daha fazla olduğu söyleniyor. Demek ki öyle rastgele bir belge sızmasından bahsediyor değiliz. Zaten “ICIJ’in posta adresine gönderilen bir sabit disk”ten bahsedildiğine göre, ortada tesadüfî bir “sızıntı” değil, planlı ve bilinçli bir “sızdırma” faaliyetinin olduğu şüphesiz. Bilmediğimiz bunu “kimin” yaptığı ve “niçin” yaptığı...
Prensip olarak komplo teorilerinden uzak durmaya çalışsanız bile, bu “sızıntı” konularında gerçeğin görünenden veya yansıtılandan daha farklı olduğunu düşünmekten kendinizi alamayabilirsiniz. Dolayısıyla bugünün dünyasında hepimizi derinden etkileyen görünmez bir savaşın yaşanmakta olduğu ve “bu savaşın çokuluslu şirketlerle ulus-devletler arasında cereyan ettiğine” ilişkin komplo teorilerini ciddiye alasınız gelebilir.
Gerçekten de konuyla ilgili haberlerde tanınmış sanatçılar ve siyasetçiler ile bunların eş ve çocukları üzerinde tutulan bir projektör var. Ancak işin magazin boyutunun ötesinde çok ciddi rakamlar çıkıyor karşımıza. Başta İsviçre bankaları olmak üzere, vergi cennetlerinde saklanan küresel servetin büyüklüğünün 32 trilyon dolar olduğu tahmin ediliyor. Bu büyüklükteki bir paranın gizlilik arayan birkaç sıradan zenginle üçüncü dünya ülkelerinden birkaç yolsuz ve hırsız siyasetçinin kişisel servetlerinin toplamından ibaret olmayabileceği pekâlâ düşünülebilir. Bir de offshore banka hesaplarındaki gizli mevduattan ziyade birçok ülkedeki büyük şirketlerde hisse sahibi olan gizemli offshore şirketlerinin ulusal hükümetler açısından endişe kaynağı olabileceğini düşünmek daha mantıklı.
Offshore hesaplarında bulunduğu söylenen 32 trilyon doların 1 trilyona yakınının Rusya, 1 trilyondan fazlasının Çin kaynaklı olduğu söyleniyor. Güney Kore, Brezilya, Kuveyt, Meksika, Venezüella gibi ülkelere ait gizli hesapların da her birinin yarımşar trilyon dolar civarında olduğu tahmin ediliyor.
Avrupa ülkeleri ve ABD kökenli gizli servetler konusunda tahmini rakamlara rastlamadım. Ancak offshore hesaplarında gizlenen paralar konusunda en büyük şikâyet eskiden beri Almanya ve ABD yönetimlerinden geliyor.
Almanya daha önce İsviçre ve Lüksemburg’daki bankalardan, Alman vatandaşlarına ait hesap bilgilerini açıklamasını istemişti. Bu konuda önlemlerin artırılması için öngörülen yasal düzenleme ise siyasi partiler arasında uzlaşma sağlanamadığı için gerçekleştirilemedi. Alman siyasetçilerin bu bakış açısı farklılıkları “sanayiciler ile finansçılar arasındaki çıkar farklılıklarına” bağlanabilir mi, tam bilmiyorum.
ABD’de ise offshore bankalardaki gizli hesaplarla mücadele konusu BaşkanObama’nın iktidara geldiği 2009 yılından bu yana neredeyse bir devlet politikası kararlılığıyla yürütülmeye çalışıldı. Ama bu ikinci dönemde bu konudaki mücadelenin sertleşmesi bekleniyor. Bu arada, son seçimde Obama’nın rakibi olan Cumhuriyetçi Başkan adayı Mitt Romney’in yurtdışındaki off-shore hesaplarında ciddi miktarlarda parası bulunan çok zengin bir işadamı olduğunu da hatırlatmak yararlı olabilir.