Ölçüyü doğru koymak lazım.
Aksi takdirde adalet terazisi şaşar.
Masum insanlar nahak yere mağdur konuma düşer.
Şu ayrıma hassasiyetle dikkat edilmeli:
-Cemaat dönemi...
-FETÖ dönemi...
Gerçekte FETÖ’cü olanlar için bu ayrımın hiç bir önemi yok.
Çünkü onlar “cemaat”in bir kamuflaj olduğunu biliyorlardı.
Lakin “hizmet hareketi” olarak gördüğü bu “cemaat”e şu veya bu şekilde destek sunan mütedeyyin halkımız için bu ayrım çok önemli.
Her dönemde “cemaat” korunup kollandı iktidarlar tarafından.
Bizim devr-i iktidarımızda ise neredeyse iktidarın sahibi konumuna eriştiler.
Diyelim ki öğretmense onların sendikasına üye olma ihtiyacı duydu.
Olmayanları da içimizdekiler yönlendirdi zaten.
Bizzat bilirim ki o tarihlerde AK Parti’mizin Milli Eğitim Bakanı olanlar “cemaatin sendikası”na yönlendirmeler yaptılar.
Okullarına, medyasına, bankalarına vs...
Cumhurbaşkanı, Başbakan Yardımcısı, Bakan, üst düzey bürokrat ve parti yöneticisi sıfatıyla...
Yurtdışı gezilerine nerdeyse o yapının okullarını ziyaret şartı konulacak noktaya taşındı iş.
Büyükelçilikler ve konsolosluklar adeta üs olarak kullanıldı.
Bunu görenler ne yaptılar?
Onlara yanaşıp onlar üzerinden iş görmeye kalkıştılar.
Şimdi onları o yapıya itenlerin hepsi dışarıda olacak, ama onların yönlendirmeleriyle o örgüte yanaşanlar içerde olacaksa bu vicdanen kabul edilecek bir durum olmasa gerek...
“İrtibat” ve “iltisak” bahsinde elbette bu ayrımı gözetmek lazım.
Ama herifçioğlu Pensilvanya’daki İblis’in talimatı üzerine Bank Asya’ya para yatırmaya koşmuşsa ve “cemaat”in gerçekte ABD emrindeki bir “terör örgütü” olduğu bilindikten sonra dahi sözgelimi dernek ve sendika üyeliğine son vermeyip aynı hiyerarşik yapının içinde kalmaya devam etmişse, işte o vakit bu “irtibat” ve “iltisak” FETÖ’cülüğün delilidir.
“Cemaat”in FETÖ olarak gerçek yüzünü gösterdiği tarih bana göre 17/25 Aralık 2013 tarihidir.
O tarihe kadar sadece ve yalnızca dini veya şahsi gerekçelerle onlarla beraber olanları ayırmak lazım.
Nasıl ayıracağız?
FETÖ gerçekliği ortaya çıktıktan sonra devletin/hükümetin çağrısı üzerine bu yapıyla alakasını kesenleri geçmişteki dernek, sendika, banka vb. aidiyetlerine bakmaksızın FETÖ’cü sınıfına dahil etmemek gerek.
17/25 sürecinden sonra hem bu örgütle alakasını kesmemiş hem de hız vermeden örgütün talimatları doğrultusunda faaliyet yürütmüş herkes FETÖ’cüdür.
“İrtibat” ve “iltisak” bu açıdan suçlu ile suçsuzu ayırmakta önemli bir kriterdir.
“Cebir” ve “şiddet” kriteri dışındaki “irtibat” ve “iltisak” kriterinin geçersiz kılınması FETÖ’cüleri kurtarmaya yönelik sinsi ve alçak bir plandan ibarettir.
Her yerden başlarını uzatan kripto elemanların “merhamet” sömürüsü üzerinden FETÖ’cüleri kurtarmaya nasıl çalıştıklarını ibretle izliyoruz.
Geçmişte aynı zevatın “mağduriyet edebiyatı” üzerinden FETÖ’cülere nasıl kol-kanat gerdiklerini unutmadık elbet.
Kim ki “cebir” ve “şiddet” unsurunu darbeye kalkışmış olanlarla sınırlayıp darbeye bizzat karışmayanları “irtibat” ve “iltisak” kriterine yükledikleri sureti haktan anlamlarla kurtarmaya çalışıyorsa bilesiniz ki onlar mutasyona uğramış FETÖ virüsünün B tipi versiyonlarıdırlar.
Bünyemizden çıkan FETÖ virüsünün mutasyona uğramış bu tipi çok daha sinsi, çok daha tehlikeli ve çok daha bulaşıcı özelliktedir.
Bunun pandemiye dönüşmemesi için unutturulmak istenen 15 Temmuz ruhunu yeniden kuşanmamız gerekiyor.
Ne yani Ekrem Dumanlı ve Mustafa Özcan gibi örgütün beynini oluşturan ama “cebir” ve “şiddet” yoluna başvurmamış olanları af mı edeceğiz?
Ne bir tek masum kişinin mağduriyetine sebebiyet verelim ne de kripto unsurların FETÖ’cüleri içerden kurtarma oyunlarına gelelim.
Aman dikkat!