Seçimlere neredeyse iki hafta kaldı. Ancak geçtiğimiz cumartesi yaşanan saldırının ardından, en azından kampanya düzeyinde seçimlere dair bir haraketlilik yok. Kuşkusuz terörün hedefi aynı zamanda hayatın akışını bozmak, insanları tedirgin etmek ve böylece manevra alanını genişletmek. Ama siyasi partilerin, yaşanan acılara duyarlı olup sessiz bir çalışma yürütmeleri yine de çok önemli.
Keşke böyle bir mutabakat, daha büyük sorunlar üzerinde de gerçekleşebilse. Ne yazık ki Ankara’da meydana gelen son terör saldırısı sonrasında ortaya çıkan tablo gösterdi ki, mevcut tabloda siyasi aktörlerin ortak çözümler üretmek bir yana, konuşabilmesi bile çok zor.
Türkiye, yakın geçmişte kendi iç dengelerini daha sağlam hale getirebilmek için barışa dair önemli bir hamle yaptı. Bu hamle, kuşkusuz başından itibaren büyük riskler taşıyordu ama, toplumun geniş bir kesimi tarafından desteklendi. Çünkü insanlar fedakarlık gösterdi. Yaşadığı acıları öne çıkarıp geleceğin önüne geçmek yerine, ülkenin nefes almasını tercih etti. Bunun nasıl bir fedakarlık olduğunu anlamak, ancak o acıları yaşamakla mümkün.
Bu duyarlılık, bu fedakarlık, bu muazzam sağduyu istismar edildi. Kelimenin tam anlamıyla ayaklar altına alındı. Terör örgütü, elbette kendisini çok aşan bir akılla hareket ediyor. Ancak aynı zamanda kendi içimizde pek çok güç merkezinin, örgütün ve onun parantezindeki yapıların güçlenip yaygınlaşmasına destek olduğu da çok açık. PKK, bir yandan bölgesel ve uluslararası dengeleri, diğer yanda ülke içinde bu hesapların uzantısı olarak hareket eden güçleri kullanarak, barış sürecini bir savaş hazırlığına dönüştürdü.
Şimdi devletin en tepesinden başlayan ve giderek daha güçlü hale gelen mücadele kararlılığı, bu hesapları bozduğu için hedef alınıyor. Türkiye’de terörle mücadeleyi ‘Doksanlı yıllara dönmek ve hukuku ayaklar altına almak’ olarak tarif etmeye çalışanların gayreti bu. Kimsenin geçmişe döndüğü yok. Ama terör örgütünün ve onun siyasi uzantılarının kirli hesaplarından vazgeçmediği çok açık. Bunun önünü kesmek için yapılan her hamleyi çok tanıdık yöntemlerle demokrasi dışı ilan etme gayretindeler.
Diğer yandan bu mücadeleyi yetersiz görüp, her şeyi tamamen güvenlik üzerinden algılama eğiliminde olanlar var ki, açıkçası onların tezlerinin de mevcut sorun karşısında bir anlamı yok. Çünkü eğer devlet bir yandan kararlı bir mücadele yürütüp, diğer yandan bir siyasi akılla farklı alanlara bakmayı başarabiliyorsa devlettir. Etnik temelli bir sorunun, üstelik böyle bir coğrafyada sadece güvenlik tedbirleriyle çözülemeyeceğini görmek zorundayız.
Siyaset için belki de en zorlu alan burası. Bir yandan kararlı bir mücadele; ama diğer yandan gerek içeride, gerek bölgede, gerekse tüm uluslararası zeminlerde bir müzakerenin, bir diyalog kapısının açık tutulması. Bunların birlikte yönetilmesi gerekiyor; bu asla taviz anlamına gelmiyor. Devlet iradesini belli alanlarda ortadan kaldırmak anlamına da gelmiyor.
Terörü şu veya bu şekilde Türkiye’nin başına bela edenler, geçmişte bu sorunla bizi esir almıştı. Şimdiki durumun farkı, bu kez terörün Türkiye’nin yükselişini durdurmak üzere devreye sokulması.
Elbette tüm bunları aşan bir başka zorluk, bu mücadelenin demokratik haklar ve özgürlükler alanındaki kazanımları geriye götürmeden yapılabilmesi. Bu da tecrübenin yanı sıra, soğukkanlılık ve bu alanda kurulan tuzaklara düşmeyecek bir basiret gerektiriyor.