Havacılık, Uzay ve Teknoloji Festivali Teknofest geçtiğimiz hafta İstanbul’da yapıldı. 7’den 70’e herkesin alâka gösterdiği festivali 5 günde 1 milyon 20 bin kişi ziyaret edebildi. Oluşan izdiham ve son gün metro seferlerinin iptali sebebiyle onbinlerce insan yarı yoldan dönmek zorunda kaldı.
Gençler kendilerine sunulan imkânlarla projelerini festivalde sergilerken, yıllarca Müslüman Anadolu halkını “Millet uzaya gitti siz hâlâ Allah peygamber diyorsunuz” diye aşağıladığını sanan taife yine boş durmadı.
“Tamam sizin dediğinizi kabul edelim, biz Allah peygamber dediğimiz için uzaya gidemedik peki siz Allah peygamber demediğiniz hâlde niye uzaya gidemediniz” sorumuz karşısında lâl olanlar…
En büyük teknolojik atılımları, bilmem kaç metre uzunluğunda heykel yapmak olanlar 5 gün boyunca gençlerin projelerine, heyecanlarına, vatan millet için bir şey yapma aşklarına, vecdlerine salya akıtıp durdular.
Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun “Kölece de olsa yaşama tutkusu” diye tarif ettiği, kendilerine efendi belledikleri dışında kimsenin bir şey yapamayacağına iman etmiş kubur farelerinin kuduz düşmanlık göstermelerini anlayabiliyorum!
Bir yandan Türkiye’nin her anlamda bağımsızlığını sağlayacak hamlelere kuduz düşmanlık gösterirken diğer yandan da Ankara’da bir otelde IMF ile basılmaları da kaderin bir cilvesi oldu!..
Bunların efendileriyle olan ilişkilerini, yaptıkları İHA ve SİHA’larla Türkiye’nin bağımsızlığı yolunda büyük adımlar attıran ve Teknofest’in yapılmasına öncülük eden Baykar Teknik Müdürü Selçuk Bayraktar çıktığı televizyon programında çok güzel anlattı: “Bunların hepsi aslında bir millileşme vizyonunun eseri. Seyir füzemiz var, SAGE'nin yaptığı TÜBİTAK havadan havaya füzemiz var. Bunların hepsini kullanacak. Bunların hepsi bir paradigma dönüşümünün eseri.”
“İnsanlar bunları tasarlıyor, mühendisler yapıyor ama bir vizyon var en tepede bu dönüştüğü zaman oluyor. Türkiye'de acentacılığı yayacağım, Nuri Demirağlar gibi üretim yapanları yayacağım dediğiniz zaman milli eserler çıkıyor. Bu sizi bağımsız ve güçlü kılıyor.”
“Bu silahların herhangi bir tanesinde, donanımı tasarlamak kritik ama yazılımı tasarlamak en kritiğidir. En büyük katma değer burada. Bu silahlarda da en kritik yer uçuş bilgisayarı, görev bilgisayarı, radarındaki yazılım, seyir füzesi yine öyle, yoksa kaportasının bir anlamı yok. Biz yıllarca bir anlamda kaportacılık yapmışız. Nuri Demirağlar, Vecihi Hürkuşlar gitmiş yerine kaportacılar gelmiş. Dışarıdan alınan lisanlarla, almış monte etmiş. Sadece tesisin ve markanın sahibini zenginleştiren bir model gelmiş.”
“Toplumun bilgi anlamındaki ilim geliştirebilme teknik geliştirebilme kabiliyetini değil onu körelten, öz güveni eksilten, dışarıya olan hayranlığı artıran, kendin ve kendinden olanı da beğenmeyen, aşağılayan, hor gören başka bir model çıkmış. Bu aslında yaşanılan ülkeyi tüketiyor. Bilgi üretemedikten sonra aslında kendisi de var olamayacak günü gelince onun da devri dolacak."
Bayraktar’ın çok yerinde nitelemesiyle Türkiye’de yıllarca kaportacılar hüküm sürdü. Ne dedilerse kanun oldu. Şimdi devir değişiyor ve kaportacılar kepenk indirmemek için direniyor. Tüm bu saldırılar da bundan.
Peki kim bu kaportacılar?
Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu 2000 senesinde İstanbul DGM’de yaptığı savunmada Türkiye’de 3000 aileden bahsetmişti: “T.C. içinde yaşayan 3000 aile; hukuk da bunların çıkarına göre, ekonomi de, siyaset de, ordu da, polis de... Kendi aralarındaki dalaşmalar bir yana, bunlar hukuk üstü imtiyazlı bir zümredir!”
Selçuk Bayraktar’ın bahsettiği kaportacılar bu 3000 ailenin içinde yer aldığı muhakkak!
O zaman yapılacak belli: Bağımsızlık için bir yandan teknolojik hamleler yaparken diğer yandan da bu hamleleri önleyecek kaportacıları tespit edip ellerini kollarını bağlamamız gerekiyor.