Oturduk. Konuşuyoruz. Çayımız, kahvemiz var. İyi şeylerden bahsediyoruz. İdealizmin zirvesindeyiz.
Benzer umutlar, müşterek beğeniler, ne güzel... Allah’ım, ne kadar iyiyiz biz!
İyi ki varsın. İyi ki tanımışım. İyi ki her şey harika!
Nereden aklıma geldi şimdi? Kilimanjaro!
Hemingway nostaljisi. Tahayyül edelim.
Bir akşamüstü. Arka planda Kilimanjaro.
Çaydanlığın altındaki közü karıştırırken ve bir dost yüzüne bakarken...
Sıcağın etkisidir belki. Veya yaz orucunda serinlik arayışı.
Halbuki, Afrika da sıcak.
Tepesinde karlar var. Serinlik oradan gelmesin?
Yoksa, son zamanlarda okuduğum, dinlediğim Tanzanya hikayeleri mi?
Romanını okudum, filmini seyrettim. Ama ne gördüm ne gittim. Bana sorarsanız romanı daha güzel. Filmdeki kadın, Hamingway’in kadınlarına benzemiyor. Biraz plastik.
Yaşamadım, tahayyül ediyorum. Süslüyorum yani hikayeyi. Dekor.
Hepimize rastlamıştır. Bir eşref saatte bir dostu keşfediyorsunuz.
Her şey iyi gidiyor ve bu Allah’ın bir lutfu. Aynı kötülere ‘kötü’ diyoruz ve aynı iyilere ‘iyi’ diyoruz.
Bir gölge, bir pürüz, en ufak bir kuşku yok. Eminiz. Her şeyden eminiz.
Ben öyle sanıyormuşum.
Beni aldatmış.
Meğer benim telefonumu dinliyormuş. Meğer bana tuzak kuruyormuş. Dava açıyormuş. Delil üretiyormuş.
O tebessümler, yalanmış.
Her cümlemde beni doğrulaması yalanmış.
Yüzüme güldüğü saatlerle, telefonumu dinlediği saatler, aynı saatlermiş.
Bir kurgu mu bu şimdi?
Belki öyledir.
Ben kurmuşumdur. Ya da yaşadıklarımın, böyle bir tecrübe olduğunu neden sonra farketmişimdir.
Ama bu ‘itimat’ ilişkisi mesela, şu anda tutuklu olan Ali Fuat Yılmazer’le kaç kişi arasında teessüs etmiştir?
Niye dinlediniz beni?
Sade beni mi dinlediniz?
Kendiniz dışındaki bütün cemaatleri dinlediniz. Kendiniz dışındaki bütün müslümanları dinlediniz. Müslümanlara karşı pervasız ve şiddetli, İsrail’e karşı ürkek ve duyarlı.
Neden, Konya’da Nusret Argun’u senelerce hapiste yatırdınız? Türkiye’de kim bilir kaç tane Nusret Argun var.
Cüppeli Ahmet hocaya bile 50-60 sene ceza istediniz. Sizin ‘hukuk’unuzda, niye hep kumpası yapan değil, kumpasa maruz kalan ceza yiyor? Siz adaleti iblisten mi öğrendiniz?
‘Biz yasadışı bir şey yapmadık.’
Doğru, her şeyi kılıfına uydurdunuz. Kağıt lazımsa kağıt, imza lazımsa imza. Hepsini yaptırdınız.
Kimi ‘yemek’ istiyorsan, ‘Allah rızası için’ yaz bir ihbar mektubu. İmzasız.
Git, Emniyet’in arka sokaklarındaki internet kafeden yolla.
Kime gönderiyorsun? Kendine. Polis kendisi, şikayetçi kendisi, savcı, hakim kendisi...
‘Minareden at beni in aşağı tut beni!’
Paralelim, paralelsin paralel.
Niye merhum Erbakan’ı Huvzullah Gültekin ismiyle dinliyorsunuz? Direkt dinleyin?
Kulağınız hep kapı arkalarında, gözünüz anahtar deliklerinde.
Hasta mısınız siz? Başka işiniz yok mu sizin?
Millet size, vatandaşa kumpas kurmanız için mi maaş veriyor?
Millet, size, Suriye’deki Müslümanlara giden yardım kamyonlarına musallat olmanız için mi maaş veriyor?
Başbakan’ın ofisine böcek koyasınız diye mi maaş veriyor?
Siz değil misiniz, ‘Şubat’ın 15’inde iş bitecek’ diyen? Olmadı ‘Mart’ın 15’inde iş bitecek’ diyen?
Siz değil misiniz, ‘büyük turp’çular?
Hani, Başbakan’a kelepçe takacaktınız? Hani, ‘dönemin başbakanı’ydı?
(Belki Cumhurbaşkanı olacağını tahmin etmiş, onun için dönemin başbakanı demiştir aklıevvel savcı!)
Şu diyalog Hakan Fidan’a yapılan 7 Şubat saldırısından bir kaç gün önce, bir paralel yargıçla bir sivil arasında vaki oldu:
“Başbakan zaten iki sene sonra köşke çıkar.”
Yargıcın cevabı:
“Yaşarsa.”
Görüyorsunuz, kötülüğün alt sınırı yok.
İsrail’e merhamet çok.
“Ortada kuyu var yandan geç” diye bir oyun hatırlıyor musunuz?
Paraleller değiştirdi. Oldu “Ortada İsrail var yandan geç.”
Yahu siz ne biçim adamlarsınız, vıcık vıcık. Yapış yapış?
Ve bütün adilikleri din, iman, hayır, hasenat, sevap, gözyaşı, kılıfı altında yapıyorsunuz, tekmili birden.
Din, bizim yanlışlarımızdan beridir. Din, sizin yaptıklarınızdan, bu tür adiliklerin hepsinden münezzehtir.
Allah, cümlemizi, müslümanları ve cümle iyi insanları her türlü kötülükten, her türlü kumpastan, her türlü yavşaklıktan korusun.
Ramazan bayramınız mübarek olsun.