CHP Parti Meclisi üyesi Birgül Ayman Güler’in sözleri Ankara’yı sarstı dün. Güler, Genel Başkan Yardımcılığı ve Parti Sözcülüğü görevindeydi birkaç ay öncesine kadar. TBMM Genel Kurulu’nda BDP’lilere hitaben, “Türk ulusuyla Kürt milliyetini eşit, eş değerde gördüremezsiniz” sözleriydi kıyameti koparan.
Ama asıl bu sözlere CHP ve MHP sıralarından alkışlar yükselmesi dikkat çekiciydi.
Güler, sözlerini, “Türk ulusu, Kürt milliyetini çok bilinçli kullanıyorum. Bunlar bilimseldir. İnsan topluluklarının üç formu olduğu kabul edilir. Birisi klan, kabile toplumu. İkincisi milliyet toplumları, üç ulus toplumları. Bu aynı zamanda gelişme sürecidir” diye izah etme gayretine girerek yangına biraz daha körük tuttu.
Türk’ü ‘ulus’, Kürt’ü ‘milliyet’ olarak tanımladığını söyledi.
Haklı görülebilmesi için Türk’ün bir ‘milliyet’ ya da ‘etnisite’ olarak var olmamış, kullanılmamış, kullanılmamakta olması gerekiyor. Ama durum böyle değil!
Güler, parti yönetiminden gelecek tepkilere de baştan tedbir sayılabilecek bir soru daha sordu: “Büyük soru; omurgamız ne?” Sonra da kendi cevapladı: “Partimizin omurgası Kemalizm ve sosyal demokrasi olarak tanımlandı. Biz bu omurgaya uygun olmak şartıyla farklı şeyler söyleyebiliriz.”
Kemalizm ve sosyal demokrasi!..
Bunlar, kamu yönetimi ve siyaset profesörü olarak yaptığı ilk ‘özgün’ tanımlar değil.
28 Eylül 2011’de verdiği bir röportajda da kendisini şöyle tanımlamıştı: “Bana ‘ulusalcı’ denir zaten. Evrensel anlamda öncelikle solcuyum. Türkiye’nin tarihsel özgünlüğü içinde Kemalistim.”
Ulusalcı, solcu, Kemalist...
İlk ikisinin evrensel tanımlarının birbiriyle ilişkisini kurabilen, elbette üçüncüsünü de onların yanına getirebilir!..
Güler adını Türkiye 2007’deki ünlü cumhuriyet mitingleriyle duydu. İyi bir hatipti, kitleleri heyecanlandırıyordu. “Darbeci değil devrimciyiz” vecizesi ona ait. Aynı zamanda, “Kemalist ordu konuşacak! Üniversite konuşacak! Yargı konuşacak! (...) Demokrasi bunu gerektirir!” ve “Çankaya laiktir laik kalacak” sözleri de.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu düne kadar, partideki güçlü ulusalcı kanadın , Paris’te öldürülen PKK’lı Sakine Cansız’ın baba evinde başka terörist fotoğraflarının önünde fotoğraf çektiren Hüseyin Aygün’e yönelik tepkisini nasıl dindireceğini düşünüyordu. Bugün önünde, bu kanadın önde gelen isimlerinden birine karşı tavır göstermekle karşı karşıya. Aygün’ü mazur görüp Güler’e tepki göstermeye güç dengesi izin verecek gibi görünmüyor. Ya her ikisine de “Haklısınız ama daha hassas olmalıydınız” kabilinden bir ceza süreci başlatacak, ya da her ikisinin “Yanlış anlaşıldı/çarpıtıldı” izahını kabul edip, bunu tabana ve kamuoyuna izah etmeye çalışacak.
CHP’nin bu süreci nasıl yöneteceğini göreceğiz.
Reform bırakan bakan
Dünün ikinci önemli olayı dört bakanın değişmesiydi. İki haftadır beklenen değişiklik, asıl değişiklik değil. Belediye başkanlıkları için adaylıkları beklenen bakanları da kapsayacak asıl kabine revizyonu muhtemelen Ekim’de ya da sürpriz olarak yaz başında. Görevi bırakan bir bakanın diğerlerinden farkını kayda geçirmek gerek. Sağlık Bakanı Recep Akdağ, dünyanın en uzun süre aynı bakanlıkta bulunan ismi. Ve dünyada sağlık reformunu başlatan, sürdüren ve hemen hemen tamamlayan tek bakan. Deyim yerindeyse, sağlıkta dönüşüm projesi görevini anahtar teslim şartıyla aldı ve o anahtarı bugün gururla teslim edecek.
Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ı da kimi ‘sağcı’ partililere rağmen, Türkiye’nin çalınan tarihi değerlerini geri almaktaki başarısıyla hatırlayacağız bundan sonra geri getirilecek her eserde.
İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, -eleştirilere rağmen- terörle mücadele ve KCK operasyonlarındaki rolüyle, Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer 4+4+4 reformunu hayata geçirmesiyle hatırlanacak.