Yargının 28 Şubat (1997) sürecine yönelik soruşturmasıyla ilgili en garip tutumu kim sergiledi? Başkaları da var, ama sizleri fazla yormadan ‘en garibi’ yazayım: Kemal Kılıçdaroğlu... Gözaltılar başlayınca yapılanın yanlışlığına dair açıklamalar yaptı CHP lideri...
Daha önceleri, “Bu iktidar 28 Şubat’ın eseridir, hiçbir zaman 28 Şubat’la hesaplaşamaz” iddiası kayıtlara geçtiği için hiç değilse sussa yeriydi; ama hem kendisinin o iddiasını hem de partisinin darbeler söz konusu olduğunda derhal takındığı geleneksel tavrı hatırlatmış oldu Kılıçdaroğlu...
Selefinin benzer bir ortamda Türk Silâhlı Kuvvetleri’nden ‘sivil toplum örgütü’ diye söz ettiğini de hatırlıyoruz. Zamanında CHP’nin 28 Şubatçı kadronun istediği gibi davrandığına dair sözlü açıklamalar arşivlerde duruyor. Türkiye’nin gittiği istikameti kavrayamadığı için koltuğunu kaybetmişti Deniz Baykal...
Kemal Kılıçdaroğlu da ‘yeni Türkiye’nin dinamiklerini anlamakta zorlanıyor. Darbeler dönemine bizzat askerlerin son verdiğini, yargının iktidardan bağımsız ve millet adına geçmişin yanlışlarının peşine düştüğünü, ülkenin bütün kurumlarıyla demokrasi yönünde ilerlediğini fark edemiyor.
Hem kendisine hem de partisine yazık ediyor Kemal Kılıçdaroğlu; attığı her yanlış adım CHP’nin başında kendisini, ülke siyasetinde de CHP’yi gereksizleştiriyor çünkü. İktidardaki partinin hataları bile oy dengesini değiştirmiyor; kamuoyu yoklamalarında Ak Parti’nin oyları düşmezken CHP’nin kan kaybettiği görülüyor.
Askerin kendisini siyasi denklemin dışına çıkarması CHP’yi daha sivil bir parti olmaya zorluyor.
Çok partili hayata geçildikten sonra CHP pek iktidar yüzü göremedi; 60 yılı aşan süre içerisinde vaha gibi iki istisnai dönem var: 27 Mayıs (1960) sonrasında askerin ikram ettiği hükümet ile Bülent Ecevit’in CHP’yi yeni baştan yarattığı 12 Mart (1971) darbesi sonrası...
İlki (1960 sonrası) siyasi hayatımıza ‘ordu+CHP=iktidar’ formülünü hediye etmişti; ikincisi (1973 sonrası) ise sap-lantılı görüntüsünü geride bırakıp kendisini geniş kitlelere sempatik gösterecek bir hale büründürdüğü taktirde CHP’nin de oy alabileceğini ispatladı.
Ecevit’in 12 Eylül (1980) sonrasında CHP ve kadrosuyla yolunu bütünüyle ayırma ihtiyacı duyduğunu da unutmayalım.
Bu tablo bile iktidarı yakalamak istiyorsa ne yapması gerektiğini CHP genel başkanına gösteriyor: Demokrasi dışı arayışlara kulaklarını tıkayacak... At gözlüklü bağnaz tipler yerine dünyanın ve ülkenin gittiği yönü doğru hesap edenleri yanında taşıyacak... Kitlelere kendini sempatik gösterecek jestleri eksik etmeyecek... Partisinin geçmişini önemsemeyip geleceğini kurtarmaya bakacak...
Ne hikmetse, bunlar yerine, 28 Şubat ile ilgili yasal girişim başladığında sergilediği türden çıkışlarla partisini köşeye sıkıştıracak, kendisini de hareket edemez hale getirecek anlamsızlıklar yapıyor CHP lideri...
Oysa 28 Şubat’ın mağdurları arasında CHP’yi de sayabiliriz. 28 Şubat’a sahip çıktığı, 28 Şubatçıların dayattığı projeyi heyecanla savunduğu için ilk seçimde (1999) yüzde 10 barajının altında kalarak kitlesini Meclis’te temsil edilemez hale gelmişti ‘eski CHP’...
Tarihten ibret almayanlar onu sürekli tekerrür ettirirler...