Muharrem İnce, “kısılmış sesini” bahane göstererek, önceden ilan edilmiş bazı mitinglerini iptal etti.
Bu duyurunun yapıldığı saatlerde CHP’nin milletvekili aday listeleri internet mecralarına sızmış, partide büyük bir tartışma başlamıştı.
İnce, ikinci bir atak yaptı:
Gece apar topar genel merkeze gitti ve Kemal Kılıçdaroğlu’yla görüştü. (Rivayet, hesap sormaya gittiği yönünde...)
Programda böyle bir ziyaret yoktu.
Dolayısıyla, tekmil verir gibi, gecenin uygunsuz bir vaktinde genel merkezin kapısına dayanmanın gereği de yoktu.
Ne oluyordu?
İnce neden mitinglerini iptal etmişti ve neden genel başkanıyla görüşme ihtiyacı hissetmişti?
Şu oluyordu:
Muharrem İnce’yi “harcanacağı” bir alana sürerek elini rahatlatan Kılıçdaroğlu partide ipleri iyice ele alıyordu.
Delege sistemini değiştirmişti. Kilit noktalara kendi adamlarını getirmişti (bunu yaparken mezhep yakınlığı gözetmişti). “Gel bakalım buraya Muharrem İnce... Sen Cumhurbaşkanı adayımızsın!” diyerek istikbaldeki rakibinden kurtulmuştu.
Büyük operasyonun tam zamanıydı.
Düğmeye bastı:
Önce, Muharrem İnce’ye yakın olduğu düşünülen milletvekillerinin üstünü çizdi...
Ki, aralarında, kendisine “bağlılık yemini” etmiş vekiller de bulunuyordu.
Sonra, partide ayak bağı oluşturan isimleri ayıkladı:
Eylemleri ve tavırlarıyla CHP’yi zor durumda bırakan (CHP’ye türlü töhmetler getiren) Eren Erdem, Barış Yarkadaş, Mahmut Tanal, Hilmi Yarayıcı, Şenal Sarıhan, Haluk Peşken, Hüsnü Bozkurt ve Elif Doğan Türmen gibi isimleri liste dışı bıraktı.
Bu arada Mustafa Balbay gibi kokmaz bulaşmaz, hangi baş ağrısına neden olduğu bilinmez isimler de “gürültüye” gitti ama tırpan yiyen milletvekillerine (ve özellikle eylemlerine) baktığımızda, Kılıçdaroğlu’nun bize bir şey anlattığı sonucuna varıyoruz.
Kılıçdaroğlu, belli ki “FETÖ töhmetiyle” devam etmek istemiyor ve partisine büyük zararlar getiren MİT TIR’ları spekülasyonunu sahiplenmiyor.
Eren Erdem’in çizik yemesi başka nasıl açıklanabilir? (Enis Berberoğlu’nu MİT TIR’ları hadisesiyle irtibatlı saymıyor.)
Böylece, “sarin gazı” iftirasını ve “Türkiye-İran” dilemmasındaki “tercih”i de sahiplenmemiş oluyor.
Haluk Peşken’le Hüsnü Bozkurt’a gelince...
Bu iki isim, özellikle “taşınamaz” beyanlarıyla gündemde yer aldılar.
Biri mütemadiyen “Türkiye’ye yatırım yapmayın” çağrısında bulunuyordu, diğeri de iktidara geldiklerinde tüm rakipleri İzmir’de denize dökecekleri müjdesini veriyordu... Çirkin, hazımsız, tahammülfersa ve “düşman başına” dedirten iki milletvekiliydi.
Kılıçdaroğlu bunlardan kurtuldu.
Listeye HDP’li, Saadet’çi ve eski TKP’li “savaşçı” isimleri doldurdu.
Maksat hem imaj tazelemek, hem de “sağ”ın katkılarıyla 301 milletvekilini bulup Cumhurbaşkanı’nı Beştepe’de tecrit etmek; yani kurulacak hükümeti çalışamaz hale getirmek.
Kılıçdaroğlu bu büyük operasyonu yaptı ama Eren Erdem ne olacak?
Dün Almanya’ya kaçmak isterken havaalanından geri çevrildi.
Sosyal medya hesabından “diktatörü yıkacağım” diye esip savuruyordu.
Hatta “Diktatör Devirme Sanatı” diye bir de kitap yazmıştı.
Niye kaçıyor?
Dahası, cürümlerinin (FETÖ yancılığının) bedelini ödemeden nereye kaçıyor?
Erdoğan’ı deviremedi ama asıl diktatöre (partide dikensiz gül bahçesi isteyen Kemal Kılıçdaroğlu adlı diktatöre) yenildi.