Cumhurbaşkanı Erdoğan, Bolton ve avenesine diyeceğini dedi. Görüşme taleplerini kabul etmedi, "Muhatabı İbrahim Kalın'dır" dedi. Cumhurbaşkanı Sözcüsü Kalın da basınla paylaşılan fotoğraflardan anlaşılacağı üzere kendilerine "Türk misafirperverliğine uygun şekilde" muamele etti. Peki masa devrildi mi? Trump'ın Türkiye ile koordineli olarak çekileceğiz kararı iptal mi edildi? Pek öyle değil ama yine de bekleyip göreceğiz.
Ama zaten Bolton ve Pompeo'nun hadsiz açıklamalarından sonra "Ne dediysem o, çekileceğiz" diyerek yakın çevresinin, çekilme kararını yok sayan açıklamalarını tashih etmişti. Savunma Bakanı Mattis'in istifası, "PKK'ya yardım özel temsilcisi" McGurk'un uzatılmayan görev süresini istifa ediyorum diye sunması ve bu son gelişmelere bakılırsa, çekilme kararı ABD'de daha çok baş götüreceğe benzer.
***
Türkiye'nin tavrı değişir mi peki? Erdoğan, daha yeni tıpkı Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekatlarında olduğu gibi "Bir gece ansızın gelebiliriz" dedi. Bu sözün bir blöf ya da boş laf olmadığını herhalde herkes çok iyi biliyordur.
DEAŞ'la mücadelede ABD'nin Türkiye'den beklentisi ise ancak ortak bir koordinasyon ve Türk askerinin güvenliğinin sağlanmasıyla mümkün olacaktır. O yüzden de ABD'nin DEAŞ konusunda Türkiye'den beklentiye girip Fırat'ın doğusundaki terör yapılanmasını Türkiye'den korumaya çalışması beyhudedir. Bu izlediklerimiz, ancak satıştan önceki son "müttefikler alışverişte görsün" pazarıdır.
Fırat'ın doğusu Türkiye için bir nefsi müdafaa meselesi iken ya CHP ne yapmaya çalışıyor? Afrin operasyonu sırasında ne yaptıysa, hendek teröründe nasıl pozisyon aldıysa, Kandil'e hava saldırıları düzenlendiğinde ne dediyse aynını tekrar ediyor.
***
Takvimi az başa saralım; Cumhurbaşkanı Erdoğan "Bir kaç gün içinde Fırat'ın doğusuna girebiliriz" dedikten kısa süre sonra Trump, ABD askerini Suriye'den çekeceğini açıkladı. CHP'liler ne diyeceklerini bilemez halde bir süre suskun kaldılar. "Ne diyorsunuz bu işe hele bi söyleyin" denildiğinde ise Kılıçdaroğlu yarım ağız "Her devletin yaptığı gibi kendisine yönelik bir tehdit unsuru varsa, tehdidi bertaraf edecek her türlü önlemi alma Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin görevidir" dedi. PKK'nın terör eylemlerine "Şiddet kimden gelirse gelsin kınıyorum" demek gibi bir şeydi.
ABD kanadında bir ikirciklilik sezinleyince dili çözüldü Kılıçdaroğlu'nun. DEAŞ meselesiyle birlikte laf kalabalığı yapabileceği fırsat yakaladı. Sanki Türkiye'nin derdi sınırından çok içeride olan DEAŞ'la mücadeleye girişmekmiş gibi bir algı oluşturmaya çalışıyor şimdi: “Bizim sınırımızda İŞİD var mı? Yok. Nereye götürecekler? Bataklığa...”
Sınırımızda DEAŞ yok evet, göz hizasında yuvalanmış PKK-YPG var ama. Kılıçdaroğlu DEAŞ'ı mevzu ederek tıpkı "Afrin merkeze girilmesin, daha fazla şehit veririz" derken ya da YDG-H'lileri “Hendek kazan arkadaşlar...” diyerek sevimlileştirirken yaptığı gibi PKK'ya kalkan olmaya çalışıyor.
Olamayacağını bilse de seçim arifesi HDP ile ittifakımız zarar görmesin derdinde. Alıştılar ne de olsa Kandil'den tebrik mesajı almaya...
***
Ayrıca FETÖ-PKK ve bunların siyasi-askeri destekçileriyle birlikte CHP'nin de "Erdoğan DEAŞ'a yardım ediyor" kampanyasında başı çektiği günler unutulmuş değil. FETÖ ve PKK iltisaklı vekilleri gün aşırı "Türkiye'den DEAŞ'a sarin gazı gitti" yalanını yayıyordu.
"PKK DEAŞ'la savaşıyor" tiyatrosu ve FETÖ'cülerin göz yummasıyla sınırımızda bir tehdide dönüşen DEAŞ'ı Fırat Kalkanı Harekatı sayesinde süpürdüğümüzde de Kılıçdaroğlu aman yeter, daha aşağı inmeyin, oralarda YPG var demişti. “YPG bizim için terör örgütü değildir. Kendi vatanını kurtarmak için örgütlenmiş bir oluşumdur” diyebilmiş biri sonuçta.