Nazar değmesin ama, çözüm süreci inanılmayacak kadar güzel gidiyor. Hepimiz tarihsel bir sürece tanıklık ediyoruz. Son 30 yılda yaşadığımız büyük acıları, şehitlerimizi düşündüğümüzde inanılması gerçekten zor.
Ama işte, gözümüzün önünde yeni Türkiye’nin tarihi yazılıyor. Bu süreci belki de en değerli kılan şey, yeni tarihi Türküyle, Kürdüyle birlikte yazıyor olmamız...
Savaş baronlarının ‘ölüm oyunları’ yüzünden yıllarımızı heba ettik, aramıza hak etmediğimiz düşmanlıklar girdi. Barış için umutlandığımız her seferinde sabotajlarla, provokasyonlarla sarsıldık.
Kazananı hiç olmayan kaybedilmiş bir 30 yılın ardından, şimdi daha dikkatliyiz ama çok umutluyuz. Bütün bu acılı yılların ardından, şimdi kardeşliğin, bir arada yaşamanın, dindaşlığın ve ortak değerlerimizin kıymetini yeniden keşfediyoruz.
Bu yüzden de, çözüm sürecinde yeniden vizyona sokulmak istenen provokasyonlara karşı dikkatliyiz ama çaresiz değiliz. Artık çözümün arkasında duran güçlü bir siyasi irade var. Daha da önemlisi, “Kanın durması için baldıran zehiri içmeye razıyız” diyen bir başbakan var.
***
Türkiye, Tayyip Erdoğan’a güveniyor. Bütün Türkiye, çözüm yolunun meşakkatli olduğunu, belki daha sayısız provokasyonlarla karşılaşabileceğini de biliyor. Ama, kesinlikle bu beladan kurtulmak istiyor.
Bir de bu güçlü çözüm mutabakatından mutlu olmayanlar var ki, onlar tam bir çaresizlik içindeler. Türkiye’nin askeri ve yargısal vesayetten kurtulmasında ölümüne mücadele ettiler kaybettiler... Demokratikleşme mücadelesine karşı inanılmaz bir direniş sergilediler ama kaybettiler...
En son, ‘eski Türkiye’den miras kalan PKK’ya sığınmışlardı onu da kaybediyorlar. Bu yüzden de çok öfkeliler. Şimdilerde, yıllarca bu ülkenin önüne karanlık duvarlar ören ‘derin devlet’in rolünü üslenerek PKK’ya pazarlık aklı satmaya çalışıyorlar ama kaybedecekler.
Bu nasıl bir ‘liberal akıl’dır ki bazı kalemler, İmralı ‘demokratik özerklik’ istemedi diye, Kürtlerin ucuza gittiğini yazacak kadar akla ziyan bir ruh haline savrulabiliyorlar. Aslında, bu liberal akıl tutulmasının en talihsiz tarafı, liberallerle ulusalcıların Türkiye’nin toplumsal barışına zarar verme konusunda aynı hedefte buluşmalarıdır.
Daha açık ifade edelim, kimi liberal kalemlerin PKK’yı kışkırtan ifadeleriyle Devlet Bahçeli’nin ‘şahin’ söylemleri ve Kılıçdaroğlu’nun ‘ulusalcı’ yaklaşımları arasında ne fark var? Sonuçta hepsi, çözüm karşıtı bir hedefte buluşmuyor mu?
Şunu artık biliyoruz, bütün milletin rüyası olan kanın durmasını ulusalcılar, Ergenekoncular, ‘Çözüm olursa yine Tayyip Erdoğan kazanacak’ endişesine kapılanlar istemiyor.
Bu sürecin, iki talihsiz ismi var ki doğrusu onlara sadece acımak gerekiyor. Bahçeli ve Kılıçdaroğlu... Bahçeli malum, tek ekmek kapısı PKK... Eğer bu terör işi biterse, muhtemelen Bahçeli bundan sonraki seçimlerde elinde iple gırtlağı yırtılırcasına meydanlarda bağıramayacak. Yani, Bahçeli için işler kesat...
Kılıçdaroğlu’nun durumu daha da dramatik. Gerek Kürt sorunu, gerekse terörle mücadele konusunda CHP’nin ne düşündüğünü, nasıl bir çözümden yana olduğunu bilen ve duyan yok. Sürecin başında Kılıçdaroğlu, ‘iktidara kredi açıyoruz’ demişti ama sonra anlaşıldı ki, CHP’nin kasasında bu kredinin karşılığı yokmuş. Anlaşılan o ki CHP, siyasi hayatı boyunca 8 adet Kürt raporu hazırlayan ama sonunda ‘çözüm’e karşı çıkan bir parti olarak tarihe geçecek.