Hatırlıyoruz: “Niçin silah bıraksınlar ki? Onlar DEAŞ’a karşı ülkelerini savunuyorlar” demişti, sonra “PYD/YPG’yi terör örgütü olarak görmediklerini” söylemişti.
Bunu söyleyen kişi kim?
Kim olacak, CHP’nin YPG’sever genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu.
Zaten sınır ötesi tezkereye de, “İçimiz yanarak evet oyu veriyoruz” demişti.
PYD/YPG’nin içerideki uzantılarına, “Hendekteki arkadaşlara sesleniyorum, lütfen çukur kazmasınlar” diye ricada bulunmuş bu şahıs, hiçbir zaman Amerika’nın terör örgütüne verdiği ağır silahları (tam 30 bin TIR) sorun yapmadı.
Sonra da, “beka sorunu” lafzına karşı, “Ne beka sorunu? YPG niye bize saldırsın ki?” demeye başladı.
Bu örgütün PKK’dan türetildiğini, PKK’nın bir kolu olduğunu bile bile söylüyordu bunları.
Bu örgüt 1984’ten beri ülkemize saldırıyor...
Kaç karakol baskını düzenledi?
Ne kadar bomba patlattı?
Kaç insanımızı katletti ya da sakat bıraktı?
Kemal Kılıçdaroğlu efendi, bu örgütün varlığını “beka sorunu” olarak görmüyor.
Niçin silah bıraksınlarmış. Onlar DEAŞ’a karşı vatanlarını savunuyormuş.
DEAŞ’a karşı vatanlarını savunan bu örgüt, aynı zamanda Suriye’nin üçte birini işgali altında tutuyordu; “Barış Pınarı Harekâtı” olmasaydı, Amerika’nın da yardımıyla bölgede bir terör devleti kuracaktı. Bir diğer ifadeyle, Amerika’nın hediye ettiği silahlarla “vatanı bölecekti...”
Hatırlar mısınız bilmem...
Deniz Baykal, sağlıklı zamanlarında, televizyonda bir grup gazetecinin karşısına çıkmış, YPG’nin varlığını ve ABD silahlarıyla bölgede yaratılan “oldubitti”yi hatırlatarak, AK Parti hükümetine destek vermişti.
Daha doğrusu, hükümetin PYD/YPG örgütüyle ilgili kaygılarını paylaşmıştı.
Baykal’ın açıklaması, zımnen CHP eleştirisini de içeriyordu; niçin kasetle devrildiğini anlatmaya çalışır gibi... (Baykal’a göre, CHP uluslararası meselelerde “millî tepki” koymuyordu ve terör örgütlerine karşı oldukça “toleranslı” davranıyordu.)
Kılıçdaroğlu, ilk grup toplantısında Baykal’ı cevapladı.
Daha doğrusu, görünüşte Baykal’ı cevaplıyordu ama sözün tamamını Cumhurbaşkanı Erdoğan’a söylüyordu.
Daha da ilginç olan “durum” şuydu:
Kılıçdaroğlu’ndan önce Baykal’a cevap, aynı programda bulunan Deniz Zeyrek isimli bir gazeteciden (hem de sıcağı sıcağına) gelmişti... Niyeyse artık!
Zeyrek’in öyle itici, öyle sinsi, öyle tahammülfersa bir itiraz dili vardı ki, Baykal bile şaşırmış ve gerilemişti.
Bu gazeteci, o dönemde Hürriyet’in Ankara temsilcisiydi...
Demek ki, Metehan Demir’i “makara bakara”dan vurup ayağını kaydıranlar, onun yerine bu sinsi çocuğu hazırlıyorlarmış.
Kılıçdaroğlu, görünüşte Baykal’ı cevapladığı grup konuşmasında, Cumhurbaşkanını “yakın tarihi bilmemekle, Ortadoğu’nun gerçeklerinden haberdar olmamakla” suçluyordu.
Bir de kitap önerisinde bulunuyordu: “Falih Rıfkı Atay’ın Zeytindağı kitabını okusunlar. Ortadoğu ayrıntılarıyla anlatılıyor.”
Sınırlarımızın ötesinde ne olduğunu, PYD’nin (hangi güçlerin himayesinde) ne yapmaya çalıştığını, bu gelişmelerden Türkiye’nin niçin kaygı duyduğunu ve müdahale etmek zorunda kaldığını anlamak için Falih Rıfkı Atay’ın “Zeytindağı” kitabını mı okumalıydık?
Ortadoğu gerçeğini, 100 yıl öncesinin parametreleriyle mi, yani Falih Rıfkı Atay’ın indirgemeci/sübjektif bakış açısıyla mı kavramalıydık?
Bilebildiğim kadarıyla, Kemal Kılıçdaroğlu, en son Yaşar Kemal’in “İnce Memed”ini okumuştu. Şekavet devrimciliğinin para ettiği yıllarda pek bir revaçtaydı bu “eser...”
Hangi ara Falih Rıfkı’ya geçti? Ayrıca, kendisi okudu da, ne oldu?
PYD/YPG’nin Türkiye’ye tehdit oluşturmadığını söylemek için, şu üç şeyden biri olmak lazım:
Bir FETÖ’cü...
İki, terör destekçisi...
Üç, vatan haini...
Kılıçdaroğlu’na bu üç unvandan hangisinin yakıştığına artık siz karar verin.